DünyaGüncel

YORUM | Göçmenlerin Payına; Yine Açlık ve Ölüm Düştü…

Polonya’nın ırkçı-faşist hükümeti de sınırlarını koruma altına alarak göçmenlere insanlık dışı muamele ediyor.

İçinde geçtiğimiz son on yılda, emperyalist güçlerin, Suriye üzerinden başlattıkları Ortadoğu paylaşım savaşının yıkıntıları, yarattığı ölüm, açlık, sefalet ve göç dün olduğu gibi bugün de AB ülkelerini sarsmaya devam ediyor.

Emperyalizmin sömürüsü, baskısı, bölüp parçalama politikası; genel olarak, tüm insanlığı daha fazla sömürü ve ölümle karşı karşıya bırakmış durumda. Sömürücü emperyalistlerin sebep olduğu, yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar, çevre sorunlarıyla birlikte ortaya çıkan doğal afetler, ulusal ve inançsal nedenlerden dolayı yerini yurdunu terk eden halklar; daha iyi bir yaşam umuduyla, kitlesel olarak, başka ülke ve coğrafyalara göç ediyorlar.

Dün Ege ve Akdeniz üzerinden AB’ye gelmek isteyen, savaş mağduru çeşitli milliyetlerden ezilen halkların on binlercesi, göç yollarında boğularak hayatlarını kaybetti. Bu insanlık trajedisine karşı, AB’li emperyalistler hep seyirci ve sessiz kaldı. Diğer yandan Avrupa ülkelerine ulaşmak isteyen insanları önlemek için, polis birliklerini denizlerde konumlandıran AB; göçmenlerin denizde boğulmalarına neden olarak gerçek yüzünü de göstermiş oldu. Bu nedenlerden ötürü, göçmen çocuklar, kadınlar ve gençler polis ordusuna yakalanmamak için, gece karanlıklarında, basit su botlarıyla denizi geçmeye çalışırken hayatlarını kaybettiler.

Şimdi de Belarus’la Polonya ve Litvanya arasındaki sınıra gelen göçmen kitleler, dondurucu soğuğa, açlık ve sefalete terk edilmiş bulunuyorlar. Sınırda mahsur kalan kitleler; yaşamlarını bir Avrupa ülkesinde sürdürmek için günlerdir mücadele ediyorlar. Zor şartlar içinde bulunan göçmen halkların, bu durumu karşısında emperyalist ülkeler, sınırlarında olağanüstü önlemler alarak kitlelerin geçişine izin vermiyor. Diğer yandan emperyalist ülkeler ve onların yerli uşakları, göçmen kitlelerini kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda birbirlerine karşı şantaj aracı olarak görüyor, kullanıyor.

Bu insanlık dramının arkasında öncelikle Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, Rus Devlet Başkanı Vlademir Putin ve TC Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan bulunuyor. Üç diktatörün, göçmen kitleleri, AB’nin kendilerine yapılan yaptırımlara karşı bir silah olarak kullanıldığı gerçeği ortada durmaktadır. Bu gibi haberler birçok Avrupa basınında da yer aldı. Göçmenlerin, hava yoluyla Moskova, İstanbul, Antalya, Hewlêr ve Şam’dan Minsk’e taşındığı yine çeşitli Alman basınında da yer aldı.

Bu anlamda, emperyalistler arasındaki çelişkilerde, göçmenler bir yaptırım aracı, birbirlerine karşı koz haline getirilmiş durumdadır. Belarus hükümeti de yaşadığı iç ve dış sorunlarından kaynaklı göçmenleri, Avrupa Birliği’ne karşı silah olarak kullanıyor. Bundan dolayı da göçmenlerin sınır ülkesi olan Polonya’ya yönlendirmelerine ön ayak oluyor.

Polonya’nın ırkçı-faşist hükümeti de sınırlarını koruma altına alarak göçmenlere insanlık dışı muamele ediyor. Nitekim; Belarus-Polonya sınırında, bir kez daha tanık olduğumuz manzara, emperyalist savaşların yarattığı sefalet ve sonuçların bedelini tüm çelişkileriyle halkların ödediğini gösteriyor. Bu anlamda, halkların en temel olan yaşama hakkı; emperyalist haydutların izin verdiği sınırlar içine hapsedilmiş oluyor.

“Sorunların çözücüsü, haydut emperyalist kapitalistler ve onların işbirlikçi uşakları değil; aksine sınıf mücadelenin kendisidir.”

Emperyalist kapitalistler, mültecileri kendi topraklarını işgal edecek “fazlalıklar” olarak görmektedir. Her daim uyguladıkları ikiyüzlü politikalarını, bugün de Belarus-Polonya sınırında bekleyen kitlelere dönük uygulamaktadırlar. Uluslararası alanda, altına imza attıkları antlaşmalar, çıkarlarına denk düşmediği için çokça lafını ettikleri insan haklarını kolayca bir yana bırakarak mültecilere saldırıyorlar. Bunda şaşıracak bir şey yok elbette, emperyalizmin gerçekliği böyle.

Temel hak ve özgürlükler bağlamında, her insanın istediği ülkeye yerleşmesi ve yaşamını istediği yerde sürdürmesi en doğal hakkıdır. Bu anlamda, birçok ülkenin altına imza attığı göç ve mültecilik ile ilgili düzenleme, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi’dir.

Daha sonraki dönemlerde, yetersiz bulunarak, 1967 tarihli “Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Protokolün” son halinde “Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahıs” sığınma ve iltica etme hakkına sahiptir” deniliyor.

Örneğin 1970’li yıllardan 1990’lı yıllara kadar istatistiklere bakıldığında, 35 milyon mültecinin yaklaşık 14 milyonu devletler arası savaş sebebiyle göç etmek zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler’in 2020’de yayımladığı raporda ise savaş ve siyasi baskılardan dolayı yerini ve yurdunu terk eden insan sayısı 82 milyonu geçmiş olarak açıklanıyor.

İşte günümüzde insanlığın içinde bulunduğu gerçek tablo böyle.

Sonuç olarak; emperyalist sistemin yarattığı yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar, çevre sorunlarıyla birlikte ortaya çıkan doğal afetler ulusal ve inançsal sorun ve nedenlerden dolayı yerini yurdunu terk eden halkların kaderi bu olamaz. Bunun için emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı enternasyonal alanda birlikte mücadele etmek her zamankinde daha önemli ve acildir. İçinde bulunduğumuz tüm bu ağır sorunların çözücüsü, haydut emperyalist kapitalistler ve onların işbirlikçi uşakları değil; aksine sınıf mücadelenin kendisidir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu