Makaleler

NE ACILAR ÇEKTİN BE TAYYİP, ZATEN YOKTULAR!

 Amed Belediyesi önünde sürmekte olan ailelerin eylemini kullanarak yürütülen AKP’nin “havuz medyası” başta olmak üzere ve güya liberal kimi basın kuruluşlarının çarpıtma ve karalama çabaları son sürat sürüyor. Daha evvel çeşitli kereler vurguladığımız gibi Kürt düşmanlığını belli bir seviyede tutmayı “sürecin” emniyet supabı olarak gören AKP bu tavrını sürdürüyor.

Devlet Kalekollara neden ihtiyaç duyuyorsa kontrol altında bir Kürt düşmanlığına da o sebeple ihtiyaç duyuyor.

Elbette bu Kürt düşmanlığı geçmişin “kart kurt” söylemlerine benzemiyor. O Kemalist ideolojik bent yerle bir olalı çok oldu. Kontrol altındaki Kürt düşmanlığının hedefi Kürt siyasal hareketi ve devrimci demokrat örgütlü tüm kesimler.

Diğer bir deyişle kültürel haklarına, ulusal kimlik ve taleplerine sahip çıkmayan yanı sıra sınıfsal sorunlara duyarlı olmayan bir “Kürt” yaratma uğraşı geçmişin inkar politikasının ikamesi olarak arz-ı endam ediyor. Elbette bunun için devlet açısından yapılması gereken hem Kürt ulusal hareketine hem de devrimci demokrat tüm örgütlü kesimlere saldırmak. Fakat bu saldırı sadece eylem yapanları “cezalandırma”, onlara baskı yapma şeklinde kendisini göstermiyor. Her dönem olduğu gibi bu saldırıları meşru kılmak için diğer yandan anti propaganda makinesi tüm gücüyle çalıştırılıyor.

Gaziosmanpaşa’da “Öcalan’a özgürlük” için imza standı açan BDP-HDP’lilere düzenlenen silahlı saldırı bunun bir yansıması. Aynı şekilde Lice’de Batman’da Kalekollara karşı yapılan eylemlere dönük azgın polis-asker saldırısı da bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu saldırı dalgasının kamuoyunda meşruiyet kazanmasına, tersinden Kürt siyasal hareketinin meşruiyet kaybetmesine dönük politika ise yukarıda andığımız ve anamadığımız saldırıların bir bütünleyeni olarak işlev görüyor.

Amed Belediyesi önündeki ailelerin eylemleri gerçekleşen diğer saldırıların meşrulaşabilmesi için kamuoyunun yönlendirilmesinde kullanılan önemli araçlardan biri haline gelmiş durumda.

Eylemin başlarında da devlet müdahalesi olduğuna dönük şüpheler bulunsa da bunu netleştirecek bilgilerden yoksunuz. Bu duruma rağmen eylemin başlangıç amacından ya da oradaki ailelerin samimiyetinden bağımsız bir şekilde eylemin devletin saldırılarını meşrulaştıran bir işlev kazandığını, devlet tarafından bu amaç için kullanıldığını tespit etmeliyiz.

Öyle ki sonraki günlerde AKP’nin “havuz medyası”nın manşetlerini belirleyen Başbakanın 03.06.2014 tarihinde yaptığı meclisteki grup konuşmasının ana gündemlerinden biri de Amed’deki ailelerin eylemiydi.

Konuşmasında “hiçbir annenin acısına tahammülümüz yok. Biz çözüm sürecini bunun için başlattık” nutukları atan Erdoğan diğer yandan “eğer BDP-HDP o çocukları getirmez ise bizim de B, C planlarımız devreye girecek” tehdidini savurmayı ihmal etmedi. HDP’nin anti propagandasının bir parçası olarak da “HDP’lilerin Amerika’da okuyan çocukları” yalanına devam etti. Annelerin acısından “kahrolmalarının” dağa giden çocuklara gösterdikleri, gösterecekleri “şefkatin” bir sınırı yok!

Bunu Amed’de eylem yapan bir diğer ailenin sesine kulak vererek görebiliriz. Tabi ki burjuva feodal basın bu haberi yine es geçti. Ancak kısa bir süre önce “sağ yakalanan teröriste askerin şefkati” palavralarıyla kamuoyuna servis edilen görüntüleri yaygın şekilde kullanmışlardı. Sağ olarak yakalanan gerillaya kabanını veren askerin fotoğraflarıyla birlikte yapılan bu servisin ardından ne oldu dersiniz? Devlet tüm şefkatiyle 45 yıl gibi hafif bir “ceza” verdi! Bizler Erdoğan’ın yalancılık konusunda bir sınırının olmadığını “başörtülü bacıma saldırdılar”, “camide içki içtiler” yalanlarından ve daha nicelerinden biliyoruz. Bu yalanlar üzerinden saldırı politikaları meşrulaştırılıyor. Şimdi de “PKK tarafından kaçırılan çocuklar” yalanına sarılmış durumda. Söylemini bu yalan üzerinden kuruyor “HDP’lilerin ABD’de okuyan çocukları” yalanıyla destekliyor.

 

Elbet Bir Bildiği Var Bu Çocukların…

Oysa biliyoruz ki ne HDP’lilerin ABD’de okuyan çocukları var ne de kaçırılan çocuklar var. Amed’de kameraların önünde polis tarafından kolu çıkartılan, Pozantı Hapishanesi’nde fiziksel, psikolojik, cinsel saldırılara uğrayan çocukların bu baskılara karşı koyma ifadelerinden biridir gerilla saflarına katılmaları.

Çocukların kendilerini korumalarının aynı zamanda bu saldırılara da bir yanıt olma çabalarının bir yansımasıdır. “Sizin A,B,C planlarınız varsa bizim de H,P,G planlarımız var!” pankartında yansımasını bulan bir irade beyanıdır. (Yeri gelmişken eğer Kürt siyasal hareketinden değil de başka bir yerden gelseydi “orantısız zeka” övgülerine mazhar olacak olan pankartın yaratıcılarına da bir selam göndermek gerekir.)

Onları buna mecbur eden devlettir. Burjuva-feodal sistemdir. Günümüzde daha ince fakat aynı özle sürdürülen ulusal baskı ve asimilasyon politikasıdır. Bu tespiti yapmadan “annelerin göz yaşları” üzerinden kurulan söylemin demagoji olduğunu söylemek gerekiyor.

Elbette burada yalancılığı ve halk düşmanlığı tescilli olan Erdoğan’dan ya da onun adeta iradesiz memuru olan basınından söz etmiyoruz. Erdoğan’ın annelerin acısını umursamadığını daha dün Berkin’in annesini şuursuz bir kalabalığa yuhalatmasından biliyoruz. Sanki Cumartesi Annelerini zerrece umursarlarmış gibi BDP’ye yönelik “Beyoğlu’nda övdüler Diyarbakır’da dövdüler” sürmanşetleriyle çıkan Akit gibi faşist gazetenin (ve artık onunla paralel olan Aydınlık’ı) bu ve benzer yalanlarını ciddiye almıyoruz.

Gerçekten, gerek Amed’de gerek başka yerlerde annelerin acısını umursayanlara ve fakat devletin bu kara propagandasından etkilenenlere sesleniyoruz. Hiçbir annenin acı çekmemesinin yegane yolu burjuva-feodal sisteme karşı mücadele etmektir. Ancak o zaman halkımız ve onun gençliği uyuşturucudan fuhuşa, iliğine kadar sömürülmekten iş kazalarında katledilmeye, kimliğinin-kültürünün yok sayılmasından kadın kimliğinin baskı altına alınmasına kadar kendisini ezen sorunlardan kurtulabilir.

Kürt çocuklarının erken büyüdüğü de unutulmamalı. Kürt çocukları, “babacığının” kuzusu “Bilaloğlan” gibi babalarının kanatları altında milyoncukları taşımakla, bununla uğraşmakla değil, onlar annelerinin aslan yürekli kuzuları olarak faşizmin inkarına, asimilasyonuna, katliamlarına, baskılarına karşı siyasal cüreti erken yaşta kuşanarak sokaklarda taş ve molotofla, dağ başlarında silahla kuşanmış özgürlük generalleri olarak bağımsız iradelerini geleceği kazanmak için ortaya koymuştur. Bunu Tayyip’in Bilal’e bakarak anlaması imkansızdır. Onun kuzusu belki hiç büyümeyecek ve kişilik kazanamayacaktır. Ama Kürt çocukları erkenden büyüyen koşullarda yaşamaktadır.

Kuşku yok ki annelerin çocuklarının canından endişe etmesi kadar anlaşılır bir duygu olamaz. Bu duygunun, içinde biraz da olsa halk sevgisi olan insanları etkilemesi kadar da olağan bir durum yoktur.

Fakat dün çocukları katledenler, bugün Rojava’da IŞİD eliyle katliamlar yapılmasına politikalarıyla çanak tutanlar, o da yetmezmiş gibi Suriye’den misafir ettikleri kız çocuklarını fuhuş için kullananlar (Mazlumder Raporu) annelerin acılarını kullanmaktan gayrı bir kaygı taşımıyorlar.

Eğer bu gerçeği görmez ve devletin annelerin acılarını kendi katliamcı politikalarına bir kalkan yapmasına izin verecek bir tutum içerisinde olursak yeni katliamların, daha fazla annenin acı çekmesinin de yanında oluyoruz demektir.

Bu sebeple döne döne devletin gerçek yüzünü göstermeli, annelerin acısını umursamadığını yeni katliam politikalarına zemin hazırlamak için kullandığını vurgulamalıyız.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu