Makaleler

Cumhuriyet gazetesi ve basın özgürlüğü

İslam dini barışçıl mıdır?

Bu tartışma İslam toplumlarındaki ezilen halkların emperyalizme, yerel gericiliğe karşı mücadelesinde silahsızlandırılmasını; sosyal, siyasal yapısının başından sonuna silaha dayanan Halk Savaşı ile berhava edilmesi ve bu eksendeki istek ve arzusuna karşı gerici bir kuşatmadır.

Ezilenlerin öfkesini ve birikmiş kinini ortaçağ kuralları, değerler sistemi ve ideolojik formasyonuyla karşılayıp barbar yöntemlerle şiddet uygulayan Selefi-Cihadist gericilik üzerinden ezilenlerin bir bütün şiddet olgusundan, zora dayanan kurtuluş yönteminden koparılması hedeflenmektedir. Sistem dışı gelişen şiddetin adaleti, vicdanı, sınırı ve dengesi olmadığı yaygın propagandalardan birisidir.

Bu eksende özelde İslam toplumlarında genelde ise dünya çapında barış, uzlaşma, hoşgörü adı altında varlıklarını sağlama alacak bir ideolojik abluka oluşturmaktadırlar. Büyük emperyalist ve egemen gericilik bir başka barbar ve gericiliği adeta kendini meşrulaştırmanın aracı haline getirmiştir.

Peki bu şiddet ve çatışmanın kaynağında İslam’ın öğretileri mi var? Bu tartışma tam anlamıyla sınıf mücadelelerin özünü, şiddetin siyasetin yoğunlaştırılmış biçimi olduğu gerçeğini karartma üzerine kuruludur. Şiddet sınıf çatışmalarının en kristalizi olmuş mücadele biçimidir. Bu dinlerden kaynaklanan bir karakter değil, dinlerin siyasal egemenlik biçimi olmasından kaynaklı uygulamak zorunda kaldığı bir yöntemdir. Çünkü din tarihsel ve güncel olarak sınıflı toplumların ürettiği bir şeydir. Ondan bağımsız ve gökten inmiş öğretiler değildir.

İslam dini diğer uhrevi ya da tek tanrılı dinlerden farklı olarak henüz doğuşunda siyasal egemenlik kurma mücadelesine girerek şekillenmiştir. Bu şekilleniş İslam dinini ve onun tarihini şekillendirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de savaşın gerekliliği üzerine bir dizi ayet yanında bizzat İslam peygamberinin kendini “rahmet ve savaş peygamberi” olarak sıfatlandırıldığı unutulmamalıdır. Bu bağlamda İslam dini din adına savaşı kuruluşundan itibaren zorunlu, gerekli görür. Hem dini kitabında, hem peygamberin pratiğinde, hem de İslam tarihinde buna dair açık hükümler vardır.

Ancak İslam’da savaşı ya da barışı aramak ve oradan bu sıfatlardan birisini bu dine yapıştırmak anlamsız bir tartışmadır. Zira Kuran ve İslam bir öğreti olarak ele alınırsa, hem yazılı metinlerinde hem de tarihinde bu unsurları çıkarmak kolaylıkla mümkündür. 1500 yıllık tarihiyle ve yazılı metinleriyle bir deniz gibidir. O denizde her türlü ürünü bulmakta mümkündür. “Savaş dini” olduğu da “barış dini” olduğu da ispatlanabilir. Bu dine inanan ve onun üzerinden hayatını ve siyasetini şekillendirenlerin sınıfsal çıkar ve bakış açısına göre içinde her şey çıkarılabilir. Savaş ve şiddete ihtiyaç duyan, bunu çıkarları için gerekli gören savaşı; uzlaşma ve barış nakaratına ihtiyaç duyan ise barışı bu geniş denizden çıkarabilir. Neye ihtiyaç olduğuna bağlıdır.

Bugün “İslam savaş dini mi barış dini mi” tartışması, egemenliğin ılımlı İslam’da mı olacağı yoksa daha radikallerin eline mi geçeceği tartışmasının örtüsü niteliğindedir. Bu, İslam toplumunu dini değerleri üzerinden bir siyasal şekillenişe mahkum etme işlevi de görmektedir. Bu toplumsal kesimlerin ılımlı ya da radikaller seçeneği dışında bir seçenek olmadığına dair ideolojik bir yönlendirmedir. İslam toplumunda ve bir bütün dünya genelinde yaşanan sınıfsal öfke ve kinin gerçek kurtuluş rotasına kavuşmasını bu denklem engelleyecektir.

Bu tarihsel kesitte sınıf çatışmalarının üstüne medeniyetler çatışması örtüsü atılmıştır. Ancak genel akış ve tarihsel gelişmeler bu örtünün parçalanmasını kaçınılmaz kılacaktır. Devrimci durumun olgunlaşma eğilimi ve ivme kazandığı bu koşullarda medeniyetler çatışması, barış ve savaş tartışmaları, hayatın gerçeğine toslayacak ve ezilenlerin öfkesi gerçek devrimci rotasını bulacaktır. Esas mesele devrimci güçlerin bu kirli politik iklimde, gerici ideolojik ablukada geniş kitlelerin kafa karışıklığına yanıt olması, kendi konumlanışlarını, müttefiklerini, meselelerin özünü ve karakterini kavramasıdır. Asıl gericiliğin yarattığı politik iklime karşı berrak bir duruş sergilemesidir. Zira yaşanan gelişmelerde belirleyici olan emperyalist güçlerdir ve onların sistemlerinin devamı için yaratmaya çalıştığı iklimdir. Bu durum kafa karışıklığına mahal vermeyecek kadar tarihi öneme sahiptir.

 

Cumhuriyet, basın özgürlüğü ve hakiki demokrasi sorunları!

Barış, savaş, basın özgürlüğü, demokrasi, hoşgörü, değerler vs üzerinden yoğun ve acımasız bir manipülasyon ve kafa karışıklığı içinde Cumhuriyet gazetesi Charlie Hebdo ile dayanışmak için bu yayının son sayısında 4 sayfalık seçmeleri yayınladı. Paris saldırısı zaten çepeçevre gündemi sarmalamışken, Cumhuriyet gazetesinin bu adımı gündemin üzerine adeta benzin oldu.

Öncelikle Cumhuriyet gazetesinin bu tutumunun politik bir mahiyeti olduğunu belirtelim. Özellikle AKP’nin Suriye’de cihadist örgütlerle güçlü ilişkilerinin aldığı seyrin ve bir türlü başarılamayan görevin emperyalistler nezdinde güvensizlik, kızgınlık ve tepkiye yol açtığı bir süreç yaşanmaktadır. Paris yürüyüşüne apar topar gitme ihtiyacı duyan Ahmet Davutoğlu “hoşgörü, barış ve basın özgürlüğü” vurgusuyla saldırıyı zoraki de olsa kınadı. Ancak 7 Ocak saldırısı, Türkiye’den verili dış politikasını yeniden gözden geçirmeye zorlayacak bir ortam yarattığı gibi, üzerindeki baskıyı da arttıracak gelişmelerin habercisi niteliğindedir.

Bunun ilk doneleri Paris yürüyüşüne katılan A. Davutoğlu’nun emperyalist ülkelerin basınında iki yüzlülük olarak nitelemesinde kendini gösterdi. Ki Türkiye ılımlı İslam’ın model ülkesi olma rolünü uzun zamandır savsaklamakta, üzerine düşeni tam yerine getirememektedir. Cumhuriyet gazetesi TC’nın emperyalistlerin baskısına maruz kalacağını iyi koku alan burnuyla sezmemesi imkansızdır. Bu eksende AKP’nin tepki göstermek zorunda kalacağı hesabını yaparak Charlie Hebdo’nun son sayısını yayınladı. Dışarıda oluşacak baskıya iç dinamik katmakta hiç tereddüt etmedi.

Bu girişimin iç politikada AKP’nin seçim öncesi kullanacağı bir materyal olması ise belli ki daha az önemsendi. Dış baskıya su taşımayı çıkarlarına daha uygun buldular. Ancak AKP cenahında ilk tepkiler oldukça kontrollü ve dengeli oldu denilebilir. Habervaktim gibi gericiliğin kalesi niteliğindeki siteler dahi “ey Müslümanlar provokasyona gelmeyin” diyerek sokakları frenlediler. Genel politik iklimin AKP ve çizgisinin aleyhinde olduğunu AKİT’in Mustafa Kemal’i aşağılayan resimler yayınlamasına verilen tepkiye “sahte hesapla yayınlanmış resimlerdir” diyerek açıklama yapma gereği duymak zorunda kalmasından da çıkarmak mümkün. Bu açıklama bile AKP’nin ne denli sıkışık olduğunu göstermektedir.

Ama bu gelişmenin hikayesi henüz yeni başladı. A. Davutoğlu bu yayına dair ilk tepkisi ise “Türkiye’de bu hassasiyet varken, birileri Hazreti Peygambere hakaret niteliği taşıyan bir karikatürü, görüşü basıyorsa burada bir tahrik vardır. Eğer böyle bir durum varsa, tahrik varsa, ortaya çıkabilecek her türlü güvenlik problemini önlemek için tedbir alırız” şeklinde olmuştur. A. Davutoğlu’nun Cumhuriyet gazetesinin başına şimdilik “bir iş gelmemesini” önemsediğinden şüphe yok. Aksi durum ve gelişme zaten arızalı giden süreci içinden çıkılmaz bir noktaya taşıyacaktı. Bu eksende aldıkları tedbirlerde devletin faşist şanına yakışır türden olmuştur. Gazete dağıtıma girmeden kontrol edilmiş, bir şekilde baskı hissettirilmiştir.

Laik Kemalist çizginin “yıkılmayan kalesi” Cumhuriyet’in “basın özgürlüğü” için var olan dayanışması ise tam anlamıyla göz yaşartıcı cesurluktadır! Cumhuriyet’in demokrasi, özgürlük ve basın hürriyeti adına birikmiş hakiki ve gerçek sorunlar aşılmışta sadece bu kalmış gibi davranmasının izini kuşkusuz onun siyasi ve ideolojik çizgisinde aramak gerekir. Cumhuriyet’in dayanışma ve özgürlük endişesi bu durumlarda bir cürete dönüşmektedir. Liberal demokrasi kitabının ortasından konuşarak, faşizm ve gericilik karşısında ilerici, demokrat ve devrimcilerin de itiraz edemeyeceği gerekçeler ortaya koymaktadır.

Ancak yine belirtelim esaslı ve gerçek demokrasi ve özgürlükler sorunlarının üstünü örtecek, genel gerici siyasi iklimi başka bir noktadan besleyecek ve kitleleri bu ideolojik saiklerle saflaştıracak, bölecek girişimler hakiki demokratik bir tutum değildir. Kitlelerin İslam peygamberinin karikatürünün yayınlanmasında göstereceği olgunluk ya da bir kabul kuşkusuz bir demokratik düzeye işarettir. Ancak buna dair yıkılması kolay olmayan tarihsel bir dogma ve şekillenişe karşı hücum etmek en hafifinden kitlelerin var olan gerici kuşatmaya daha fazla maruz kalmasını sağlayacaktır. Bugün ki demokrasi ve özgürlükler sorunuyla esaslı bir bağlantısı olmayan, kitlelerin toplumsal gelişme düzeyine herhangi bir dinamizm katmayacak bu girişimleri ilerici ve demokratik bir mücadele kategorisine sokmak mümkün değildir. Tam tersine olan İslamcı ve laik kliklerin gerici egemenlik savaşında konjonktüre uygun bir savaşım söz konusudur.

Devrimci ve komünistler geniş kitleleri yorucu, tarihsel ağırlığı olan yapay demokrasi, hak, özgürlük tartışmaları girdabına çeken pozitivist ya da inanç itikat değerler mücadelesinden koparmanın savaşımını verirler. Ezilen kitlelerin gerçek sorunlarını karartacak, onları din ya da burjuva laiklik bayrağı altında toplamaya çalışan, buna zemin sunan tavırları ilerici ya da demokratik mücadelenin bir parçası uzantısı görmezler.

Cumhuriyet gazetesi gerici siyasi iklimin bir parçası olan mücadele hattını benimsemektedir. Bu kesimin dinle mücadele anlayışı da, laiklik anlayışı da, demokrasi ve özgürlük anlayışı da bugün tarihsel gericilik olarak görülmelidir. Bu tarihsel gericilik bir başka tarihsel gericilikle tutuştuğu kavgada geniş kitlelerin özgürlük, değerler, demokrasi bilincini bulanıklaştırmaktadır. Bu durumdan ise sistemin yeniden üretilmesi, kitlelerin sisteme eklemlenmesi çıkmaktadır. Değerler, özgürlükler, demokrasi vs gibi tartışmalar bu sahtekarca hesaplarının basit birer aygıtı niteliğindedir. Buna dikkat edilmeli, Cumhuriyet gazetesinin “basın özgürlüğü” adı altında kendi faşist aydınlanmacı çizgisinin dayatmasına izin verilmemelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu