GüncelMakaleler

SENTEZ | İklim Krizi Değil Sistem Krizi

"AKP-MHP iktidarı, yangınlara müdahale edilmesi için harekete geçmedi. Hiçbir şey yapılmadı. Uçak ya da helikopterle müdahale etmeyi bırakalım söndürmek için bölgeye gitmek isteyenlere de güvenlik gerekçesiyle izin verilmedi. Çünkü ayrımcılık ve ırkçılık TC devletinin resmi politikasıdır..."

İçerisinden geçtiğimiz süreçte ekolojik kriz; kuraklık, susuzluk, aşırı sıcaklar, müsilaj, seller ve orman yangınları olarak gündemimize giriyor. Ekolojistlerin “İklim krizi değil sistem krizi” söyleminin daha da somutlaştığı bir dönemden geçiyoruz.

İnsanı doğanın parçası kabul etmeyen, kâr için doğal kaynakları yok eden, ekolojik dengeyi alt üst eden bir sistemin içindeyiz. Bu sistemin giderek büyüttüğü ya da yarattığı krizlerin faturası tüm canlılara, doğaya ve halka kesiliyor. Ülkemizde ise iklim değişikliğinin sonuçlarını Karadeniz’de ve T. Kürdistanı’nda sel, Akdeniz ve Ege’de orman yangınları olarak yaşıyoruz. Son olarak Batı Karadeniz’de, Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde yaşanan sel felaketi nedeniyle yüzlerce kişi hayatını kaybetti.

Emperyalist kapitalist sistemin aşırı kâr hırsına dayanan ekolojik yıkıma karşı hem dünya çapında hem de ülkemizde direnişler de yaşanıyor. Ülkemizde İkizköy ve İkizdere ekolojik direnişleri, ormanlarına, yaşam alanlarına, doğasına sahip çıkan halkın direnişinin öne çıktığı iki yer. Ancak elbette doğaya, ormanlara yönelik saldırılara karşı direnişler sadece buralarla sınırlı değil. Örnek verecek olursak; Kaz Dağları’nda maden-altın aramalarına, ağaç kesimlerine, taş ocaklarına, denizlerin kirletilmesine karşı direnişler ve daha niceleri mevcut… Bu bile bize yangınların, sellerin doğaya yapılan müdahalelerin sonucu olduğunu göstermesi açısından önemli.

Doğayı şirketlerin hizmetine sunan AKP-MHP iktidarının politikalarının ekolojik felaketleri artırdığı bir gerçek. Bu yaşananları “doğal afet”‘ olarak değerlendirmek oldukça yanlış olacaktır. 28 Temmuz’dan beri Türkiye’nin farklı yerlerindeki orman yangınları, gündemin ön sıralarında yer almaktadır. Akdeniz ve Ege bölgelerinde iki haftayı aşan bir süre devam eden orman yangınlarıyla karşı karşıyayız. On binlerce hektarlık ormanlık alan yandı, kül oldu. Birçok yerleşim yeri zarar gördü.

Birçok köylünün geçim kaynağı olan zeytinlikler-tarım alanları yandı, hayvanlar yaşamlarını yitirdi, yerleşim yerleri- iş yerleri zarar gördü. Kısacası çok sayıda canlı yaralandı, kalıcı hasar aldı ya da yaşamını kaybetti. Her yerde insanlar kendilerini kurtarmaya ve köylerini ellerinden gelen tüm çabayla alevlerden korumaya çalıştılar. Ormanın yanan kısımlarına kovalarla, damacanalarla, hortumlarla su döktüler ve alevleri söndürmeye yardımcı olmak için traktörlerini yardımcı itfaiye araçlarına dönüştürdüler.

Yangın alanlarında kurulan dayanışmada, kriz masalarında, ölümü göze alarak orman işçilerine su taşıyanlar da; çalışma ekipleri kurarak söndürme ekiplerine katılanlar da; evcil ya da ormanlardaki canlıları tedavi etmek için canla başla çalışan gönüllüler çok iş başardılar. Bu birliktelik ve dayanışma ile yangına karadan müdahale ettiler. Ama devlet görevini yerine getirmedi. Daha doğrusu devlet aygıtı halka karşı örgütlenmiş olduğu için yangınlara müdahale etmedi. Halkı bombalamak için yüzlerce savaş uçağı kaldıran, Saray’ın itibarı için onlarca uçak satın alan iktidar, orman yangınlarına müdahale edecek yangın söndürme uçağı bulamadı!

Bilim insanları ve ekolojistlerin “Yangın mevsimine giriyoruz, hazırlıklı olmak gerek” yönlü uyarıları AKP-MHP iktidarında pek karşılık bulmadı. Onlar fırsat bu fırsat diyerek yıllardır kıyıların, ormanlık arazilerin maden arama, turizm ve inşaat şirketlerinin yağmasına açılması için kanun ve yönetmelikler çıkardılar. Kendi denetimindeki yandaş şirketler vasıtasıyla ülkeyi betonlaştıranlar yangın faciasını da fırsata çevirme planları yapmaya başladılar. Ki onlar zaten kurdukları HES’lerle dereleri kurutmuş, ıslah diyerek felakete zemin hazırlamış, yandaş şirketlere verdikleri maden arama ruhsatlarıyla ağaç katliamlarının gerçekleşmesine, yer altı ve yer üstü sularının zehirlenmesine sebep olmuşlardı.

 

Kaz Dağları’nda Maden ve Altın Aramaları

Kanadalı Alamos Gold firması ve iş birlikçisi Doğu Biga Madencilik Şirketi AKP-MHP iktidarının verdiği izinle Kaz Dağları’nda altın madeni işletmesi açarak önce ağaçları keserek ormanı yok ettiler. Oksijen deposu olarak bilinen Kaz Dağları’nın ormanlarına kıydılar. Kaz Dağları’nda kurdun, kuşun, sincabın yuvası olan ormandan 350 bin ağaç yerin altındaki altın madeninin çıkarılması için kesildi. Ağaçların kesilmesi aynı zamanda orada barınan canlıların da yok edilmesidir. Ekolojik sistem yok edildi.

Kaz Dağları’nda altın çıkarılmasına karşı çıkan çevreciler, ekolojistler, yöre halkı “Su ve Vicdan Nöbeti” başlattılar. Direnişçiler, “Bölgede yapılan madencilik faaliyetlerinin çevreye verdiği zarar ve bu zararın bir kısmının yarattığı tahribatın önlenebilir olmadığına, geniş bir bölgenin akciğeri olan Kaz Dağları’nda yapılan altın madenciliğinde, altının ayrıştırılmasında kullanılan siyanür yer altı ve yer üstü sularına ve toprağın yapısına zarar verecektir. Altın kazanımı için yapılan siyanürleme işlemi sırasında arsenik, kurşun, antimuan, kadmiyum gibi ağır metaller de çözülerek serbest halde doğaya salınacaktır. Bu zarar sadece bu bölgeyle sınırlı kalmayıp en yakın çevreye de yayılacaktır. Dolayısıyla Kaz Dağları ve çevresi eko sistemiyle kirlenmiş, gelecek on yıllarda yaşam alanı olmaktan çıkmış olacaktır” açıklamasını yaptı.

AKP-MHP iktidarı, Kaz Dağları Direnişi kar-kış-soğuk demeden tam 425 gün devam etti. “Su ve Vicdan Nöbeti”ni bitirmek için her türlü baskıyı yaptı. Kolluk güçleri direnişçilere saldırdı, gözaltına aldı; direnişçilerden mahkemelerde yargılananlar, ceza alanlar oldu. Tüm bunlara rağmen direnişi kıramadılar. Sonunda direniş kazandı. 425 günlük direnişin ülke çapında sahiplenilmesiyle Alamos Gold, Kaz Dağlarını terk etti.

Ülkemizde sürdürülen madencilik faaliyetlerinin hemen tamamında herhangi bir planlama bulunmamakla birlikte taş ocağı ve mermer üretimi gibi madencilik faaliyetlerinde bu durum had safhaya ulaşmıştır. Halkın sıklıkla kirlenmiş veya kaybolan su kaynakları, tarımsal ve hayvansal verim düşüklükleri, hastalıklar, patlama sonucu sarsıntılar, gürültü, toz, kültürel varlıklar ve doğaya verilen zararlar nedeniyle oluşan rahatsızlıklarını belirttiklerine tanık olmaktayız. Bu tür faaliyetlere karşı son dönemlerde ciddi anlamda direnişler ve kazanımlara da tanıklık ediyoruz. Bu somut gerçeklik gösteriyor ki, emperyalistlerin ve iş birlikçilerinin çevreyi ve doğayı yağma, talan ve sömürü politikalarıyla yok etmesine karşı direnen köylüler ve çevrecilerin mücadelesini sahiplenmekten ve büyütmekten geçmektedir.

 

Rize-İkizdere Taş Ocağına Karşı Direniş

İkizdere’deki İşkencedere Vadisi’nde Cengiz Holding tarafından yürütülen, İyidere Lojistik Limanı inşaatında kullanılmak üzere açılmak istenen taş ocağı için yol yapımı çalışmaları başlatılmıştı. Buna karşı yöre halkı yaşam alanlarını savunmak için direnişe geçti. Bölge halkı iş makinalarına karşı gece orman içi yollardan getirdikleri arı kovanlarını yola yerleştirerek iş makinalarının geçmesini ve çalışmasını engelledi. Arı kovanlarını yola yerleştiren köylüler “Bu vadide sayısız arı var. Ağaçlar kovanlarla dolu. Arılar da şimdi kendi savunma haklarını kullanıyorlar ‘onlar burada biz de varız’” diyorlar. Cengiz Holding’e karşı direnişte olan köylüler özellikle de kadınlar “Biz çaylarımızı, bahçelerimizi kimseye vermeyiz, dedelerimiz, ninelerimiz köyümüzü elleriyle yaptılar, bizim başka gidecek yerimiz yok” diyor.

Cengiz İnşaat, taş ocağı için yol yapımı nedeniyle çok sayıda ağaç kesti, kesmeye de devam ediyor. Derede su önce bulanıklaştı ardından da kayboldu.

“Beşli Çete”nin üyelerinden olan Cengiz İnşaat’ın doğaya verdiği zarar İkizdere’deki taş ocağı ve yol yapımı ile de sınırlı değil. Ülkenin çok yerinde oto yol, köprü, havalimanı inşaatında gerçekleştirmiş olduğu ağaç kıyımı ve doğaya verdiği zarar yazmakla anlatılacak gibi değil. AKP-MHP iktidarının rant uğruna gerçekleştirdiği politikalarının en büyük ortağı Cengiz İnşaat’tır.

 

Saros Körfezi’nin Yağmalanması

Özelleştirmelerle fabrikaları, kurumları, iş yerlerini satan bununla da yetinmeyip limanları yabancı şirketlere kiralayan AKP-MHP iktidarı, her şeyi ranta dönüştürmek çabasında. Sömürü ve talanda sınır tanımıyor. Son zamanlarda hukuk tanımazlıklarına bir yenisini daha eklemiş olduklarına tanıklık ediyoruz. AKP-MHP iktidarı ve Katar ortaklığıyla Saros Körfezi yağmalanıyor.

Edirne’nin Keşan ilçesine bağlı Sazlıdere ve Gökçetepe köyleri arasına yapılması planlanan FSRU Doğalgaz Limanı ve Kara Boru Hattı Projesi’nin hayata geçmesi durumunda bölgeye 50-100 LNG gemisi gelmesi bekleniyor. Katar’dan gelecek sıvılaştırılmış doğalgazın Avrupa’ya geçişi için yapılacak ve bölgeye hiçbir yararı olmayacak ama aynı zamanda körfezi kirletecek bu projeye karşı halk komiteler kurarak bir direniş sergiledi ve devam ettiriyorlar. Bu direniş 2.5 yıldır devam ediyor. Projeyle birlikte yaklaşık 7.200 ağacın yerinden söküleceği tahmin ediliyor.

Keşan Kent Konseyi ve Gelibolu Kent Konseyi yaptıkları açıklamalarda “Dünyanın en temiz denizlerinden biri olan Saros körfezinin BOTAŞ’ın Katar’ın doğalgazını Avrupa ülkelerine taşımak için feda edilemeyeceğini” açıkladılar.

AKP-MHP iktidarının Katar ortaklığıyla Saros Körfezi’ni yağmalama çabasına karşı direniş denizin her iki kıyısında devam ediyor.

 

Sel Baskınları ve Devletin Aciziyeti

Karadeniz bölgesinde yapılan HES’lerin, dere yataklarının ıslah edilmesindeki plansızlık ve hataların ve bu yatakların üzerine kurulan şehirler, çay ekim alanlarının imara açılması, ormanların bilinçsizce kesilmesi vb. felakete davetiye çıkarmıştır.

Dereleri ıslah edeceğiz” denilerek etraflarının beton duvarlarla çevrilmesi sel baskınlarına çağrıdan başka bir şey değildir. Nitekim şu anda Karadeniz’in birçok yerinde yaşanan sel baskınları da bunun eseridir. Yine bu baskınların bir nedeni de 2007 yılında yapımı tamamlanan Karadeniz Sahil Yolu’dur. Yağmur sularının denize ulaşamaması nedeniyle şehir ve ilçe merkezlerinde su baskınlarına neden olmaktadır. Derelerin denize ulaşmasını engellerseniz, ormanları keserseniz sel baskınlarının yaşanması kaçınılmazdır.

Rize ve Artvin’de geçen günlerde yaşanan sel ve heyelan sonrası 6 kişi yaşamını yitirdi. Son 20 yılda ise sadece Doğu Karadeniz’de yaşanan sel ve heyelanlarla en az 100 kişi yaşamını yitirdi. 11 Ağustos’ta Batı Karadeniz’de yaşanan sel felaketinde de yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği anlaşılmaktadır. Gerçek rakamlara ulaşmak ise henüz mümkün değil hem devlet tarafından gizlenmekte hem de kayıpların sayısı halen netleştirilememektedir.

Bu sel baskınlarında onlarca insan yaralandı, halen haber alınmayan onlarca insan var, evler çöktü, yerleşim yerleri-arabalar kullanılamaz hale geldi. Bunun tek sorumlusu AKP-MHP iktidarıdır. Rant ve kâr peşinde koşan AKP-MHP iktidarı ve onun yandaş inşaat şirketleri, Karadeniz’de çok sayıda HES yaptılar. Bu bölgede yaşanan sel baskınları, AKP-MHP iktidarının rant, beton ve çıkar ilişkisine bağlı yönetim anlayışının ürünüdür. AKP-MHP iktidarının rant ve kâr üzerine kurulu beton yollar, HES’ler yapımı Karadeniz’de felaketlere yol açmıştır. Baraj ve HES’lerin artması Karadeniz’de iklim değişikliklerine neden olmuştur.

Diğer yandan Türkiye Kürdistanı’nda da seller yaşanmaktadır. Van’ın Özalp ilçesinde meydana gelen selden büyük zarar gören insanlar felaket sonrası yetkililerin ziyarete geldiğini ancak kendilerine çadır dahi verilmediğini belirtmektedir. Devlet bu bölgeye bilinçli olarak yardım etmemektedir.

Van’ın Özalp, Başkale, Çaldıran ilçelerinde meydana gelen selden dolayı birçok ev ve ahır yıkılırken çok sayıda hayvan da öldü. Selin etkili olduğu yerlerde evlerini terk etmek zorunda kalan aileler zor günler geçiriyor. Burada insanların siyasal tercihlerine göre yaklaşılıyor. “HDP’ye oy veriyorsunuz, o zaman gidin derdinizi HDP’ye anlatın” diyor ziyarete gelen kayyumun memurları. AKP-MHP iktidarının ayrımcı ve ırkçı anlayışı bir kez daha ifade edilmiş oluyor sadece.

 

Orman Yangınlarının Sorumlusu İktidardır!

Yeniden Akdeniz ve Ege’deki yangınlara dönecek olursak; AKP-MHP iktidarı iş başına geldiğinden bu yana kıyıların, ormanlık arazilerin maden, turizm ve inşaat şirketlerinin yağmasına açılması için kanun ve yönetmelikler çıkardı.

Orman yangınları sürerken 28 Temmuz’da resmi gazetede yayınlanan 7334 sayılı “Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” iktidarın derdinin yangınlarla mücadele etmek, söndürmek, doğayı korumak değil, yanan yerlere otel dikmek olduğunu açık etmektedir.

Yangından sonra kendini yenileme potansiyeline sahip ormanlık alanlar AKP-MHP iktidarı tarafından yandaş şirketlerin yağmasına açılmak istenmekte, bunun çalışmaları şimdiden yapılmaktadır. 7334 Sayılı Kanun tam da bunun için hazırlanıp uygulamaya konulmuştur. AKP-MHP iktidarı ve dayandığı sermaye sahipleri sadece işçi ve emekçileri değil doğayı da ne denli sömürü ve yağmaya, talana giriştiklerini net bir şekilde bu yasayla ortaya sermişlerdir.

Aynı zamanda bu kanunla, AKP-MHP iktidarı kıyı kentlerindeki belediyeleri hakim sınıfların diğer kliğine kaptırdıkları için belediyelerin yetki ve gelirlerini de sınırlamış oluyor. “Sektörel kalkınmanın sağlanması ve turizm sektörünün kontrollü gelişimi için orman vasıflı alanlar dahil turizmin gelişimi için” cumhurbaşkanlığı tarafından altın tepside yandaş turizmcilere sunuluyor. Daha öncesinde de hep yanan orman alanları yeniden ağaçlanmasına, ormanlaşmasına olanak sunmak yerine turizm için oteller dikildi.

AKP-MHP iktidarının birçok noktada başlayıp yerleşim yerlerine de sıçrayan yangınlara karşı gereken müdahaleleri zamanında yapmayıp seyirci kalması geniş halk kesimlerince tepkiyle karşılandı. Önemli bir mesele de cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan ve yangınların söndürülmesinde etkili rolü olan THK’nın, R.T.Erdoğan’ın emriyle atanan kayyum eliyle devre dışı bırakılması, uçaklarının hangarlarda çürümeye terk edilmesi, pilotların işten çıkartılması ve THK’nın mal varlıklarına çökmek için kayyum aracılığıyla dolaplar çevrilmesi bu tepkiyi daha da artırmış durumda.

AKP-MHP iktidarı için bazı çevreler tarafından “yangın sürecini yönetemedi” deniliyor. Oysa hakim sınıflar, kendi yandaşları açısından bakıldığında süreci gayet güzel yönettiler denilebilir. Nasıl mı? 28 Temmuz’da yayımlanan kanunda belirtildiği gibi yanan bölgelere oteller dikilecek, inşaat yapılacak vb. Bunun için de arsaya ihtiyaç vardı turizmciler için. Yandaş şirketler yangınlardan sonra da bu arsalara kavuşmuş oldu.

Yangınların başlamasıyla birlikte ırkçılık da körüklendi. Bunun etkisiyle yangın yerlerinde arabaları durdurup kimlik soranlar, Kürtleri hedef gösterenler, faşist saldırılara davetiye çıkaranlar oldu. AKP-MHP iktidarının borazanlığını yapan havuz medyası bu konuda ayrımcılığın, ırkçılığın politikasını çokça yaptı.

Önemli bir konu da Akdeniz ve Ege’deki orman yangınları sırasında -aynı zamanda- Kürdistan’da (Lice, Dersim) orman yangınların çıkmış olmasıdır. AKP-MHP iktidarı, bu yangınlara müdahale edilmesi için harekete geçmedi. Hiçbir şey yapılmadı. Uçak ya da helikopterle müdahale etmeyi bırakalım söndürmek için bölgeye gitmek isteyenlere de güvenlik gerekçesiyle izin verilmedi. Çünkü ayrımcılık ve ırkçılık TC devletinin resmi politikasıdır…

Ülkemizdeki halk güçlerinin bu sömürü düzenine, doğanın talanına, ırkçı-milliyetçi politikalara karşı birleşik mücadeleyi yükseltmekten başka çıkış yolu yoktur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu