Makaleler

SALDIRDIKÇA YANACAK, ÇIRPINDIKÇA BATACAKSINIZ; İYİ ŞEYLER OLACAK!

“Kürt milli hareketi, ezilen bir ulusun, hâkim bir ulusun hâkim sınıflarına karşı mücadelesi olarak ilericidir ve demokratik bir muhteva taşır. Biz bu demokratik muhtevayı kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekleriz. Türk burjuvazisi ve toprak ağaları lehine her türlü imtiyazlara ve eşitsizliğe karşı (devlet kurma hakkı imtiyazı da dâhil) kararlı ve amansız olarak mücadele ederiz. Kürt milli hareketinin bu yoldaki taleplerini de kayıtsız şartsız destekleriz.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut yay. sf. 295)

Bir yönüyle alışılmış sahnelerine tanık olunan ama sınıf mücadelesini derinden kavrayan boyutuyla farklı sonuçlar üretmeye aday bir seçim atmosferinde ilerliyoruz. Klasik halini alan yüzünde, demokrasi palavrasının “seçim” isimli en pespaye piyesi sergilenmekte; rol paylaşımı içerisindeki katiller ve soyguncular sürüsü, bir yandan efendilerine biat ayinleri, diğer yandan halka yalan gösterileri düzenlemekte, bunu kemik kapma yarışı üzerinden birbirleriyle dalaşarak pazarlamaktadır. Her şey, lime lime dökülen sistemin ömrünü uzatmak ve sömürü çarkını sürdürmek için kurulan tezgâhın layıkıyla işlemesi içindir; zulüm sürsün diyedir.

Meşruiyet katında saltanat sürmek için girilen seçim kulvarındaki atraksiyonların bu kadar ihtiraslı ve salyalı olması usuldendir ama bunun seçim takvimleriyle bağlı olmayan sınıf mücadelesindeki karşılığı elbette ki başka anlamlar taşıyacaktır. İstedikleri kadar bütün plan ve programlarını yeni parlamento oluşumuna endekslesinler, ezilenlerin sorunlarına dair esas çözüm platformunun orası olmadığını onlar da iyi biliyorlar. Bunu öğretecek kadar kanlı ve bir o kadar da zorlu pratikler dizisi, bu ülkenin tarihini oluşturuyor…    

Bugün seçim kampanyaları üzerinden iktidar mücadelesi yürütüldüğü algısını güçlü kılmaya, egemen sınıf partilerinin duyduğu ortak ve yakıcı ihtiyaç, kendisini bütün çıplaklığıyla göstermektedir.  Zira politik mücadelede halk sınıf ve tabakalarını tümüyle içine çeken bir genişleme ve derinleşme yaşanmakta, eylem ve direniş hattı güçlenmektedir. Kitleleri aynı potada buluşturma potansiyeli taşıyan bir hareketlenmenin, rejim ve sistemle ilgili kapsamlı sorunlar üzerinden hayatiyet kazandığı ortadadır. Daha önemlisi, bütün hareketlilik kazanan dinamiklerin, sistemle bağlarını sorgulatacak bir reaksiyonun hızlandırmasıyla, kurumsallaşma/örgütlenme eğilimi göstermeleridir.

Çeşitli işyerlerinde sefalet zamlarına, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırmaya karşı direnişlerini sürdüren işçilerden, sağlığın ticarileştirmesine tepki gösteren, parasız, kaliteli ve ulaşılabilir bir sağlık hizmetini savunan emekçilere; basın özgürlüğüne yönelik engizisyonu kıskandıran yöntemlerle zirve yapan saldırılara karşı itirazını yükselten gazetecilerden, geleceksiz kılınmış,  fırsat eşitsizliği büyüyen ve öğrenim özgürlüğü yok edilen üniversiteli ve liseli gençlere; tecrit zulmü altındaki tutsaklar ve onlara destek mücadelesi yürüten yakınlarından, doğanın yağma ve talanına tepki gösterip ses çıkaran çevreciler ve nükleer karşıtı platform üyelerine; artan oranda cinayet ve yaygın bir şiddetle beraber her türlü baskı ve ayrımcılığa maruz kalan kadınlardan, kentsel dönüşüm tezgâhıyla yerlerinden yurtlarından edilen ve sokağa atılan yoksullara; “açılım” tezgâhında bir kez daha hançerlenen Alevilerden, kültürel haklar talep eden Çerkezlere kadar, halkın ciddi bir bölümü, taşan bir öfke ve direngenlikle eylemler gerçekleştirmektedir.

Bunların karşısına, “grev isteyen deli gömleği giysin” sözleriyle çıkan ve “liselilerin karşısına beş on bin kişi çıkartırız” diye tehditler savuran Tayyip, “Hak mücadelesi, artık bir sınıf mücadelesi anlayışıyla değil yeni bir yaklaşımla ortaya konulmak zorundadır” (16.04) şeklinde fetva vermektedir. Grevler, direnişler, protesto eylemleri, miting ve yürüyüşlerde somutlanan eylemler, ülkedeki bütün çevre ve topluluklara sirayet eden bir rüzgâr yaratmıştır. 1 Mayıs’ın yalnız İstanbul değil Türkiye’nin dört bir köşesinde, önceki yılları aşan bir coşku ve kitlesellikle kutlanmasının, bu nesnel gerçeklikle doğrudan ilgisi vardır. Bu akım ve akıntıyı farklı yönlere çekerek etkisiz kılma ve kulvardan çıkarma derdi güdenler, büyük bir faaliyet ve gayret içerisindedir.

Bütün bu güç ve potansiyele ivme kazandırma ve daha büyük bir direniş odağı oluşturma konusundaki kapasitesiyle çok daha ileri bir mevziyi geliştirmeye ve büyütmeye çalışan Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesi, aynı etkenlerin tetiklemesinden ötürü daha çetin bir mecrada akmaktadır. Egemen sınıflar nezdindeki “öncelikli sorun”, sürece olanca ağırlığıyla damgasını vurmakta ve gündemi belirlemeye devam etmektedir. Seçimlerdeki pozisyonunun parlamentoda yer edinmekten çok başka anlamlar taşıması, koçbaşı AKP eliyle geliştirilen politikaya yön veren “devlet tavrı”nda kendini gösteren ölçülerle açıklayıcıdır. 

Tüm resmi ve sivil güçlerini, yetmiyor ki imamları, aşiretleri, kooperatifleri, üniversiteleri yeniden seferberliğe koşan, bütün örgütlü güçlere, kurumlara ve direniş mevzilerine, gazı, bombası, panzeri ve kurşunuyla azgınca saldıran faşist diktatörlük, bulunduğu açmaz ve çıkmaza dair resmi, olanca açıklığıyla sergiler olmuştur. Yalnızca son birkaç haftada gözaltına alınan ve tutuklanan yüzlerce, binlerce kişiye her gün onlarcası, yüzlercesi eklenmektedir. Ateşkes kararıyla savunma hattına çekilen HPG gerillaları baskınlarla katledilmekte, cesetlerine en aşağılık işkenceler yapılmaktadır. Protesto gösterilerinde vurulan yurtsever gençlerin cansız bedenleri tekmelenmektedir. Korku, bütün engeller yetmiyormuş gibi YSK’yı devreye sokarak yeni barikatlar ördürmüş, ne var ki mücadelenin önünde bu hamle de set oluşturamamıştır…

Tahliye mükâfatıyla semirtilen ve çok geçmeden tasması çözülen Hizbul-kontra, Yüksekova’da sahne almıştır. Sivil itaatsizlik çerçevesinde geliştirilen bütün eylemler ile her türlü demokratik hak arama yolları ve meşru talepler uğruna mücadele; MGK’nın “terör” kapsamında gördüğüne dair ültimatomuyla daha azgın bir şiddetle karşılanmaktadır. Bunun yalnızca devrimci ve komünistler tarafından yürütülen mücadeleyi değil tüm sistem muhalifi güçleri ele alan bir yelpazede işlevli olması söz konusudur. Kürt sorununun sınıf mücadelesinin gelişim yönüne vurduğu damganın bariz izlerinden birisi de budur. Egemen sınıflar, ulusal sorun ekseninde yaşanan gelişmelere bağlı olarak genele yönelik tasarruflarda bulunmaktadır…        

Çaresizlik faşist devleti çıplak bırakmaktadır. Düne kadar “açılım” yalanıyla geliştirilmeye çalışılan tasfiye sürecinde kartlar açık oynanmaya başlanmıştır. Artık sorunun çözüldüğü, herhangi bir problemin kalmadığı söylenmektedir (18.04, 02.05). “Anadilde eğitim tezi bu ülkeyi böler, bu ülkeyi çökertir.” (02.05) söyleminin tekrarıyla, temel yaklaşımın bir kez daha altı çizilmiştir. Devletin varlık koşuluna işaret eden parola, “Özgürlüğün teminatı güvenliktir.” şeklinde ifade edilmektedir. Bu topraklarda devletin/egemen sınıfların güvenliği uğruna her türlü katliam, soykırım ve zulmü meşru kılan, Osmanlı’dan miras anlayış, Mustafa Kemal’den İnönü’ye, Demirel’den Özal’a, Ecevit’ten Tayyip’e TC tarihini şekillendirmektedir.

Kastamonu eylemiyle yeniden kefen edebiyatına sığınan Tayyip ile bütün hempalarını saran ve giderek azgınlaşan saldırılarında iri harflerle okunan korku, işlerin sarpa sarmasındandır. Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesini bastırmak, örgütlü gücünü tasfiye etmek ve devrimci potansiyeli eritmek için geliştirilen taktikler işe yaramamıştır. Süreç, yok edilmesi ve sindirilmesi mümkün olmayan ulusal, sınıfsal ve sosyal direniş güçlerinin, komünist ve devrimcilerin geliştirdiği mücadeleyle buluşma koşullarını hızla olgunlaştırmaktadır. Bölgedeki isyan rüzgârıyla buluşacak bir yangın, yalnızca TC değil emperyalizmin daha büyük payandaları için de yıkım tehlikesini büyütmektedir.

12 Haziran seçimleri bu eşikte, bu koşullarda gerçekleşmektedir. Parlamentonun teşkilini sembolik düzeyde bile etkisiz kılan süreçte, devrimci ve demokratik güçler arasındaki ittifak ve eylem birliği sayesinde oluşturulacak mevzi, sınıf mücadelesinin ileri taşınmasında güçlü bir rampa olacaktır. Bunun için, çarpışmanın ana minderi konumundaki kapışmaya dâhil olmak, güç ve emek harcamak gerekmektedir. Saldırı ve direniş, başta T. Kürdistanı’nın toprakları olmak üzere çok çeşitli alanlara yayılmıştır. Mücadelede saf tutulmalı, var gücümüzle kavgaya girilmeli, bütün ezilenler direniş barikatları oluşturmaya çağrılmalıdır. 

Deniz’lerle bütünleştiğimiz, İbrahim yoldaşı yeniden ve yeniden özümsediğimiz günler, devrim mücadelesini ileri taşıyacağımız günler olmalıdır. Sefagül, Nurşen, Gülizar, Fatma ve Derya’nın halk savaşını büyütmeye çağırdığı günler, büyük bir coşku ve azimle kavgayı omuzladığımız günler olmalıdır. Ve nihayet, düşmanın bütün gözü dönmüşlükle saldırdığı, zulmettiği ve katlettiği günler, büyük bir cesaret ve kararlılıkla üstüne yürüdüğümüz günler olmalıdır…  

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu