GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Sadece Günümüzü Değil Geleceğimizi de Çalıyorlar! Haramilere İsyan Etmek Meşrudur!

"Yılın başında işçi direnişlerinde yaşanan sıçramaya benzer bir şekilde, küçük küçük ama yaygın işçi direnişlerinin varlığı dikkat çekicidir. İktidar ve burjuva muhalefetin kitle iletişim araçlarında yer verilmeyen ve yok sayılan bu işçi direniş ve eylemleri gelecek sürecin hangi zeminde gelişeceğinin işaretlerini vermektedir."

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal savaşı sürüyor. Savaş eskisine oranla gündemden düşmesine rağmen yarattığı etkilerle dünya halklarının gündeminde yer almaya devam ediyor. İşgal savaşı emperyalistler arası çelişki ve dalaşı keskinleştirirken aynı zamanda başta gıda olmak üzere temel ihtiyaç maddeleri üzerinde doğrudan etki yapıyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin krizi, savaşın etkisiyle daha da derinleşiyor, başta yüksek enflasyon olmak üzere dünya halklarının yaşamı üzerinde doğrudan etkide bulunuyor.

Savaş, emperyalist kamplar arasındaki çelişkiyi derinleştirirken, ABD emperyalizminin “Çin hamlesi” çelişkiyi daha da keskinleştiriyor. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı’nın Tayvan’ı ziyaret etmesi rutin bir diplomatik görüşme olmayıp, emperyalist kamplar arasında yaşanan dalaşının sonucudur. ABD emperyalizminin bu hamlesine Çin emperyalizminin tatbikat ve askeri güç gösterisiyle yanıt vermesi, önümüzdeki yıllarda emperyalist kamplar arasında çelişkinin doğrudan askeri çatışmalara evrilmesi tehlikesini de içinde barındırmasının yanında, emperyalist kamplaşmanın tarafları hakkında da belli bir fikir veriyor.

ABD-AB emperyalizminin, Rusya emperyalizmini çevrelenmesi ve baskı altına alması hamlesinin ürünü olan NATO’nun genişleme stratejisi Ukrayna bağlamında, Rusya’nın işgal savaşıyla yanıtlandı. Bu gelişme, bir zamanlar, “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği ve bir AB ordusu kurulması”nı tartışan AB emperyalistlerinin NATO kapsamı altında ABD emperyalizminin ardında yedeklenmesini doğurdu. ABD-AB emperyalistleri NATO zirvesinde gelecekti “düşman”ı Çin olarak hedefe koyarken, emperyalistler arasında safların ve kampların daha da belirginleşmesine yol açtı.

ABD-AB emperyalistleri karşısında “yeni ve genç” emperyalist güçler olarak ortaya çıkan Çin ve Rusya emperyalistleri, tıpkı daha önce yaşanan iki emperyalist paylaşım savaşı öncesinde olduğu gibi pazarlardan kendi sömürü çıkarları için pay isterlerken, “eski” emperyalistler ABD ve AB, buna göre konumlanıyorlar. NATO’nun son Madrid toplantısında kararlaştırılan strateji bu amaç ve hedefi içeriyor.

Bu nedenle yaklaşık çeyrek asır sonra Tayvan’ı ziyaret eden en üst düzey yetkilinin ABD emperyalizminin Temsilciler Meclisi Başkanı olması asla tesadüf ve sıradan bir diplomatik ziyaret değildir. Bu ziyaret, emperyalist kamplaşmanın gelinen aşamadaki ürünüdür. Nitekim iki gün süren bu ziyarete Çin ve Rusya anında tepki gösterdi. Çin emperyalistleri “ateşle oynayan kendini yakar” açıklamasında bulundular.

Bütün bu gelişmeler, emperyalistler arasında çelişki ve dalaşın olanca hızıyla devam ettiğini gösterirken, yaşanan krizlerin faturasının dünya halklarına çıkartıldığı ve çıkarılacağı açıktır. Emperyalistler arası çelişki ve dalaşın boyutu henüz açıktan yeni bir emperyalist paylaşım savaşına işaret etmese de halihazırda dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan vekalet savaşları bu çelişkinin doğrudan tezahürü olarak ortaya çıkıyor.

Sürecin başta ezilen halklar olmak üzere dünya haklarına yönelik askeri, ekonomik, sosyal, iklim vb. bir dizi risk ve tehditleri içerdiği, emperyalist kapitalist sistemin işleyişinin temel mantığı olan aşırı kâr ve sömürü hırsının, insanlığı ve geleceği felakete sürüklediği açık olarak görülüyor.

Bir sınıfın diğer sınıf üzerinde baskı ve terör aygıtı olarak her devlet örgütlenmesi, başta emperyalist kapitalist devletler olmak üzere kendilerini önümüzdeki bu sürece hazırlıyorlar. Emperyalist devletler, kendi halklarına diğer emperyalistleri düşman gösterip, şeytanlaştırırken aynı zamanda iç politikalarında ırkçı, faşist, şovenist, kadın ve göçmen düşmanı siyasal oluşumların önünü açıyor, destek sunuyorlar.

 

“Çarklar dönüyor”, soygun düzeni işliyor!

Emperyalistler arası yaşanan dalaşın derinleştirdiği ekonomik krizin, emperyalizmin yarı-sömürgesi olan TC devletini etkilememesi düşünülemez. Nitekim emperyalist-kapitalist sistemin krizinin doğrudan etkisiyle cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birisi yaşanıyor.

Enflasyon oranları sistemin resmi rakamlarında bile kendi tarihsel rekorlarını kırıyor. Döviz spekülasyonlarıyla bir gecede milyonlarca dolar bir avuç zenginin kasalarına aktarılıyor. Halk hiç olmadığı kadar yoksullaştırılmış, alım gücü büyük oranda düşürülmüş durumda. “Zam yapıldı” diye açıklanan asgari ücretin devletin sarı sendikalarının açıkladıkları açlık rakamının bile altında olduğu koşullarda, krizin faturası doğrudan işçi ve emekçilere çıkartılmaktadır.

Türkiye ekonomisinin krizden bu kadar etkilenmesi, onun yarı-sömürge yapısından kaynaklı olsa da iktidarın uygulamaya koyduğu politikalar ekonomik krizin Türkiye halkı açısından daha derin yaşanmasına neden oluyor. Yüksek enflasyonun yaşanması ve temel ihtiyaç maddelerine birbiri ardına gelen zamlar, sadece sistemin kriziyle açıklanamaz. Krizin Türkiye ekonomisinde bu kadar etkili olması aynı zamanda iktidar sahiplerinin soygun politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Yaşanan durumun burjuva muhalefetin yaptığı gibi “liyakatsizlikle”, “işbilmezlikle” falan ilgisi yoktur. Doğrudan sınıfsal bir tercih söz konusudur. İktidar sahipleri krizi fırsata çevirerek, temsilcisi oldukları sınıfların daha da zenginleşmesini sağlamaktadırlar.

AKP-MHP iktidarı her krizi kendi çıkarları için fırsata çevirme pragmatizmini ekonomi krizde de uygulamaya koymuş durumdalar. Halk yüksek enflasyon koşullarında, ağır zamlar altında ezilir, yarınları için kaygı duyarken, iktidar sahipleri servetlerine servet katma derdindedirler. İşçi ve emekçilerin yoksullaştırılmasına paralel bu amaçlarını da gerçekleştirmektedirler.

Bu politikalarını açık açık söylemekten de kaçınmıyorlar. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, “Dövizi düşürmek için yüksek faiz artışı yapabilirdik. Ama o zaman üretim bundan olumsuz etkilenirdi. Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. … Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor” (06.06.2022) dediğinde tam da bu politikaya işaret etmektedir.

İktidar başta dar gelirliler olmak üzere halkın sofrasındaki ekmeği çalmakla kalmıyor, aynı zamanda soygun düzeniyle geleceğini de çalmaya devam ediyor. Üstelik bu hırsızlığı her alanda yapıyor. Örneğin enflasyon rakamlarının iktidar baskısı nedeniyle bilinçli olarak var olanın çok altında gösterilmesi, ücretli çalışan milyonlarca emekçinin maaşlarına yapılacak zammın düşük olmasını getiriyor. Diğer bir ifadeyle bütün emekçilerin maaş zamlarını çalıyor, hırsızlığı ve çökmeyi genelleştirip, olağanlaştırıyorlar.

Hırsızlığın son örneği 2022 Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS)’de yaşandı. İktidar kamuya alımlarda zaten “mülakat” adı altında kendi yandaşlarını işe almaktaydı. Ancak bunun yetmediği anlaşılmaktadır. Daha önceden Fethullah Gülen Cemaati aracılığıyla yapıldığı söylenen soruları çalma eylemi, şimdi AKP-MHP eliyle yapılmaktadır. İktidar sahiplerinin soruları çaldıkları ve kendi yandaşlarına verdiklerinin açığa çıkması, milyonlarca gencin iş bulma hayalini ve geleceklerini çalmadır.

Helalleşme değil hesaplaşma vakti!

Bu koşullar altında açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilen, gelecekleri çalınan halkın isyan etmesinden ve hesap sormasından daha meşru ve doğal ne olabilir ki?

Nitekim tam da bu meşruluk nedeniyle burjuva muhalefet olası “yol kazaları”na karşı hazırlık yapmaktadır. Kitlelerin sokağa çıkmaması ve isyan etmemesi için “az kaldı” diyerek seçim sandığına işaret etmektedir! Seçim sandığını kitlelere “çözüm” olarak sunan burjuva muhalefet, yana yakıla şikâyet ettiği AKP’nin seçimle iş başına geldiğini unutmuş görünüyor! Üstelik R.T.Erdoğan’ın önünü açılmasında ve AKP’nin iş başına gelmesinde CHP’nin belirleyici rolü olduğu unutturulmaya çalışıyor.

Kitlelerde AKP-MHP faşist bloğuna yönelik biriken öfke ve tepki, burjuva muhalefet aracılığıyla “helalleşme”, “hak, hukuk, adalet” propagandaları eşliğinde seçim sandığına havale edilmek isteniyor. TC’nin ve soygun düzeninin kurucu partisi CHP’nin lideri, Roboski’ye giderek “hesap soracağını” ilan ediyor! Kürdün dökülen kanı bir kez daha düzenin restorasyonuna harç yapılmak isteniyor.

Burjuva muhalefet Kürdün kanı üzerinden iktidar hesapları yaparken, AKP-MHP iktidarı bir kez daha Rusya kapılarında Rojava’yı işgal etmek için izin koparmaya çalışıyor. AKP-MHP faşist ittifakı, azalan kitle desteğine, kendisine yönelik öfke ve tepkiye karşı, bir kez daha işgal ve ilhak saldırısı gerçekleştirmek istiyor. Böylelikle, Kürt düşmanlığı üzerinden bir kez daha ırkçılık ve şovenizmi kullanarak kendini sağlama almak, burjuva muhalefeti de kendi arkasında yedeklemeyi amaçlıyor.

Bu koşullar altında halka isyan etmeyip hesap sormamasını propaganda etmek, “çözüm” olarak da sandığı göstermek bu soygun düzeninin devam etmesini onaylamak anlamına gelmiyor mu? Sandıkla gelenlerin halka yaşattıkları ortadayken, sandığın tek çözüm olarak propaganda edilmesi, halkın isyan etmesi koşullarında kendi çıkarlarının da tehlikeye girebileceğini çok iyi bilmelerindendir. Çünkü kitleler eylemlerle öğrenirler ve pratik deneyim birçok sorunun yanıtını onlara verir. Tıpkı ölümsüzlüğünün 127. yılında F. Engels’e göre, nasıl olursa olsun, proletaryanın kendi hareketi onu ileriye itecek, “akıllandıracak” önermesinde olduğu gibi: “Yığınların gelişmek için zamanı ve fırsatı olmalıdır ve fırsatı ancak, kendilerinin bir hareketi olunca elde ederler -bu yalnızca onların kendi hareketi olduğuna göre, hangi biçimde olduğu önemli değildir- bu hareket içinde onlar, kendi yanlışları ile ileriye doğru itilecekler, zarara uğrayarak akıllanacaklardır.” (F. Engels’ten, Hoboken’deki Friedrich Adolph Sorge’ye Mektup, Londra, 18 Aralık 1889)

İşte tam da bu nedenle burjuva muhalefet, kitlelerin kendi yanlışlarıyla ilerlemelerinden, kendi hatalarından öğrenmelerinden ve sonuç olarak sadece iktidarda olan “Cumhur İttifakı”nı değil de kendilerinin oluşturduğu “Millet İttifakı”nı da hedeflemelerinden korkmaktadır. Bu nedenle halkın sokağa çıkmasını engellemektedirler. “Helalleşme” propagandasıyla kitlelerin öfke ve tepkilerini yeniden soygun düzenine yedeklemeyi amaçlamaktadırlar.

 

Devrimci safları sıklaştırma ve hazırlanma!

Faşizmin iktidarı ve muhalefetiyle seçimlere kilitlendiği koşullarda, işçi sınıfına ve halk hareketine yönelik saldırılar tüm hızıyla sürdürülmektedir. Seçim tarihi yaklaştığında bu türden saldırıların artma olasılığı vardır. Ankara’da Alevilerin ibadethanelerine yönelik gerçekleştirilen saldırılar, iktidarın bu türden “seçim çalışmaları”nın örneğini oluşturmaktadır.

Saldırılar sonrasında iktidar tarafından yapılan açıklamalar ve devrimcilerin hedef gösterilmesi, bu saldırıların kontrgerilla operasyonu olduğunun kanıtıdır. İktidar kendisi karşısında esas tehlikenin devrimciler olduğunun sınıfsal bilinciyle hareket etmektedir. R.T.Erdoğan’ın Ordu’da yaptığı mitingde 12 Eylül Cuntası tarafından katledilen devrimci belediye başkanı Fikri Sönmez’i “hatırlaması” nedensiz değildir.

Aralarında Özgür Gelecek Gazetesi’nin de olduğu devrimci basın sitelerine yönelik rutinleşen kapatma saldırılarının yaşandığı günlerde, iktidarın “Dezenformasyon ile Mücadele Merkezi” kurulduğunu ilan etmesi asla tesadüf değildir. Yalan haber ve yanlış bilgiyi üreten ve yayanın doğrudan iktidarın kitle iletişim araçları olduğu bilindiğinden; iktidarın bu türden hamlelerinin önümüzdeki süreçte “dezenformasyonla mücadele adı altında”, daha da artırılacağı ve gerçeklerin devrimci seslerine daha fazla yöneleceği açıktır.

İktidarı ve muhalefetiyle hâkim sınıflar, kendi sınıfsal çıkarları için bir yandan kendi aralarında kayıkçı dövüşü yaparken, diğer yandan işçi sınıfına, Kürtlere, Alevilere, kadınlara, LGBTİ+’lara yönelik saldırılarını devam ettirmektedirler. İktidarı ve muhalefetiyle Türk hâkim sınıfları, krizinin olası yeni Gezi İsyanlarına yol açması tehlikesine karşı teyakkuz halindedir. Bütün amaç ve çabaları bu türden kitle hareketlerinin yaşanmasını engellemek, kitlelerin sokağa çıkmasını önlemektir.

İktidarı ve muhalefetiyle Türk hâkim sınıflarının bu hamleleri nedensiz değildir.  Yılın başında işçi direnişlerinde yaşanan sıçramaya benzer bir şekilde, küçük küçük ama yaygın işçi direnişlerinin varlığı dikkat çekicidir. İktidar ve burjuva muhalefetin kitle iletişim araçlarında yer verilmeyen ve yok sayılan bu işçi direniş ve eylemleri gelecek sürecin hangi zeminde gelişeceğinin işaretlerini vermektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu