GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü Kutlu Olsun! 1 Mayıs’ı Kazanacağız!

"1 Mayıs yasağına karşı, 1 Mayıs sahiplenmek, faşizmin yasaklarını tanımamak, işçi sınıfına ve emekçi halka he rejim hem de onun işbirlikçileri aracılığıyla dayatılan teslimiyet ve icazetçi çizgiye güçlü bir yanıt olacaktır."

Dünya çapında etkisini sürdüren koronavirüs pandemisi, ülkemizde faşizmin uyguladığı politikalar nedeniyle tam bir yıkıma dönüşmüş durumda.

Bu noktada önemli olan, iktidarın salgın karşısında bir “yönetme” krizi içinde olması değil tam aksine son derece bilinçli bir politika izlemiş olmasıdır. Daha doğru bir ifadeyle AKP-MHP iktidarı, salgını kendi çıkarları açısından kullanmakta bir sakınca görmemiştir. Bu durum elbette sistemin işçi sınıfı ve halk düşmanı karakteriyle açıklanabilir ve açıklanmalıdır da!

Faşizm, ayda 10 bin kişinin canını alacak, 80 bine yakın kişiyi hasta edecek, 1.5 milyondan fazla kişiye bulaşacak bir facia yaratmış durumdadır. Bir yılı aşkındır hiçbir olumlu deneyim üretmemiş, salgını bizzat hızlandırmış bir “yönetim” bu. Sorumluları da apaçık ortada. Türkiye doğruluğu tartışmalı resmi verilere göre dünyanın en kötüleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır.

Durum sağlık meslek kuruluşlarınca net olarak özetlenmektedir: “Sağlık Bakanlığı, salgın yerine algıyı yönetmektedir. Elde yeterli aşı bulunmadığı aşikâr olmasına rağmen yeni yaş gruplarına randevu açmış, duyurusunu yapmış ve ardından aşı randevu sistemini kapatmıştır.

Aşı temini ya da en azından Covid-19’u meslek hastalığı ilan etmek ve çalışma koşullarını düzeltmek yerine sağlık çalışanlarına “peygamberin yanında yer” vaat edilmektedir. Tam bir ikiyüzlülük, tam bir pişkinlik, tam bir halk düşmanlığı söz konusudur.

AKP-MHP iktidarı salgını kendi çıkarları açısından kullanmayı 1 Mayıs yasağında da göstermektedir. Egemenler açısından “işyerlerinde bulaşmayan ancak meydanlarda bulaşan bir virüs” söz konusudur. “Çarklar dönmeli” diyerek işçi sınıfını çalışmaya zorlayanlar, bununla yetinmeyip, işten çıkarmaları yasakladık deyip salgın döneminde on binlerce işçiyi çıkartan ve hatta patronlara lütuf olarak Kod-29 gibi bir saldırganlığı devreye sokanlar, işçi sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı yasakladıklarını ilan etmiş durumdadırlar.

Sarı sendikaların ve reformist anlayışların, işçi sınıfının temsilcisi olduklarını söyleyen kimi kuruluşların, 1 Mayıs’ı rejimin icazetine bırakan yaklaşımları da mutlaka eleştirilmelidir.

Salgın koşullarında işçi sınıfını ve emekçileri çalışma zorunluluğuyla bırakan iktidara ve patronlara karşı, bırakalım etkili bir mücadele geliştirmeyi, 1 Mayıs gibi tarihsel önemde olan bir gün bile, faşizmin icazetine bırakan anlayışlar, işçi sınıfını ve emekçi halkı temsil edemeyecekleri gibi, bu politikalarıyla işçi sınıfı ve emekçi halk nezdinde daha da gözden düşecekleri açıktır.

Faşizmin içerde ve dışarda her alanda sıkıştığı koşullarda bu türden yaklaşımların ona kan taşıyacağı açıktır. Hele ki işçi sınıfına ve halka karşı suç işleyen, bir terör odağına dönüşen İçişleri Bakanlığı’yla ortak projeler geliştirmek affedilemez bir yaklaşımdır.

Varlığı soykırım üzerine kurulu sistem yeni suçlar işlemektedir

Benzer yaklaşım, ABD Başkanı J. Biden’in konuşmasında “Ermeni Soykırımı” ifadesini kullanmasının ardından da gösterilmiş durumdadır. Elbette kendisi en büyük soykırım suçlularından olan ABD emperyalizminin Ermeni Soykırımı karşısındaki yaklaşımı iki yüzlüdür, kendi çıkarları için bu büyük acıyı kullanmaktadır. Ama bu durum coğrafyamızda Ermenilere yönelik gerçekleştirilen soykırım gerçekliğini değiştirmez.

Soykırımın bir gerçeklik olduğu, ABD emperyalizminin açıklamasıyla kanıtlanamaz. Dahası inkar sürdükçe soykırım suçunun işlenmeye devam ettiği açıktır. Dolayısıyla gerçekten muhalif ve devrimci olmak, soykırıma karşı aktif bir tutum içinde olmayı gerektirir.

Anlaşılan ABD emperyalizmi, NATO ortağı olan TC’ye Ermeni Soykırımı vesilesiyle deyim yerindeyse “ayar vermekte”, hizaya çekmekte, kendisine daha fazla bağımlı kılmaya çalışmaktadır. Bunun karşılığında ise TC faşizmi soykırım geleneğini sürdürmekte, bölge halklarına yönelik yeni suçlar işlemeye devam etmektedir. Bu konuda ABD emperyalizmiyle belli bir eşgüdüm vardır.

Her ne kadar Ermeni Soykırımı meselesi emperyalistlerle TC arasında günlük politik kapışmaların konusu yapılmakla birlikte, yaşanan durumun TC ve Türk hakim sınıflarını zorlayacağını görmek gerekir. Varlığı soykırım üzerine kurulu devletin, uluslararası alanda bu türden bir ithama maruz kalması beraberinde özellikle Türk hakim sınıf klikleri arasındaki dalaşın daha da sertleşmesini, çelişkilerin daha da keskinleşmesini getirecektir.

Daha ötesi değil! Çünkü soykırım meselesinde Türk hakim sınıf klikleri kimi nüanslar dışında ortaktırlar! Kendisini İttihatçı Kemalist ya da Osmanlıcı İslamcı veya düpedüz Türkçü olarak tanımlayan her bir klik Ermeni Soykırımı meselesinde ortaklaşmaktadır.

Ermeni Soykırımı’nın 104. yıldönümünde Rojava’da kuruluşunu ilan eden Şehid Nubar Ozanyan Taburu’na yönelik Türkiye’de gerek hakim sınıflar cephesinden ve gerekse de kendisine devrimci ve hatta “komünist” diyenlerin tavrı halen tazedir. Bu kesimler öfkeyle ayağa kalkmışlar, “Ermeni terörü”nden, “ne işiniz var orada”ya uzanan genişçe bir skala içinde Ermeni halkının kendi öz savunma gücünü kurmasına tepki göstermişlerdir.

Özcesi rejimi bir arada tutan geçmişte ve günümüzde Ermeni, Rum, Süryani düşmanlığı, günümüzde ise Kürt ve Alevi düşmanlığıdır. Hepsinin toplamı da rejimin çeşitli ulus, milliyetler ve inançlardan işçi sınıfı ve halk düşmanlığı vardır. Bu gerçek bilinmeden tutarlı bir devrimcilik yürütülemez!

Biden’den “beklenen telefon” sonrası faşizmin Irak Kürdistanı’na yönelik işgal saldırısı gerçekleştirmesi dikkat çekicidir. Aynı dönemde Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin bazı önder kadrolarına yönelik “yenilen terör” ödülü de bu gelişmeyle birlikte ele alınmalıdır.

Yaşanan gelişmeler elbette çeşitli açılardan değerlendirilebilir. Kimi pazarlıkların yapıldığı ifade edilebilir. Bizler açısından net olan ise varlığı ve kuruluşu soykırım üzerine inşa edilen rejimin yeni suçlar işlemeye devam etmesidir. Kürt düşmanlığını sürdürmesidir.

En genel anlamıyla faşizm bir kez daha içerde ve dışarda yaşadığı sıkışmayı, “terörle mücadele” adı altında aşmaya çalışmaktadır. İçte rakip burjuva kliklerine “ulusal çıkar” adı altında kendi ardında yedeklemeyi, işçi sınıfı ve emekçi halka ise ırkçılık, şovenizm propagandasıyla kendi gerçek sorunlarını “unutturan”, sınıf çıkarlarını savunmak yerine hakim sınıf kliklerinin peşine takılmasını sağlamayı amaçlamaktadır.

Kabul etmek gerekir ki bunda da belli oranda başarılı olmaktadır. En azından 1 Mayıs’a giderken ortaya çıkan tablo budur. Faşizm bu yolla kendisine “solcu”yum diyen muhaliflerini bile kendi arkasında yedekleyebilmiştir.

#GeleceğiZenginlereYedirmeyeceğiz

Son haftada birbiri ardına yaşanan gelişmeler, rejimin karakteri ve halk düşmanı yüzünü bir kez daha kanıtlar niteliktedir. Son bir hafta içerisinde bizzat kamu kurumları aracılığıyla insan kaçakçılığı yapıldığı açığa çıktı. Kripto para uygulamasıyla 2 milyar dolarlık bir dolandırıcılık yaşandı.

Ticaret Bakanı, kendi şirketine ihale verdi ve yolsuzluk yaptığı açığa çıktı. Devletin Merkez Bankası’nda bulunan 128 milyar dolarlık parayı kendi yandaşlarına aktardığı ve fakat bunu bir türlü halka açıklayamadığı anlaşıldı. Ve 100 at ortadan kayboldu.

Bütün bu gelişmelerle birlikte açlık ve yoksulluk koşulları içinde yaşayan işçi sınıfı ve emekçi halka “isyan etmesinler” diye kamyonlarla patates ve soğan dağıtıldı. Ve en önemli icraatlardan biri olarak Çamlıca Tepesi’ne Türkiye’nin en büyük bayrağı dikildi! R.T.Erdoğan törende yaptığı konuşmada ise; “Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Ben bunları hep şuna benzetiyorum. Arsa var, arazi var. Araziyi arsaya dönüştürmek için belli bedel ödemek gerekiyor. Aksi takdirde arazinin hiçbir anlamı yok” dedi (23 Nisan, Basın).

İşte Türk hakim sınıflarının ve onların sözcülerinin “vatan”dan anladıkları budur! Topraktan anladıkları arazi, vatandan anladıkları arsadır! Faşizmin sözcüsünün bu konuşmasından yalnızca üç gün önce 20 Nisan’da cebindeki 12 TL’yi eşine verdikten sonra intihar eden işçi Fedai Kuşçu’nun haberiyle aynı gün içerisinde yayınlanan bir haberde Elektrik Piyasası Kapasite Mekanizması Yönetmeliği Değişiklik Taslağı’na göre “Elektrik şirketlerine pandemi döneminde yaşadıkları zorluklar nedeniyle yaklaşık 3 milyar lira yardım yapılacak” denilmektedir (21 Nisan, Basın). Sistem halka değil kendi yandaşlarına yardım yapmaktadır. Patates, soğan dağıtımı bile yine üretici köylüden değil aracılardan, tüccarlardan alınmakta; onlar desteklenmektedir. Pandemi koşullarında halka yardım yerine sermayeye yardım yapılmaktadır.

AKP-MHP ittifakı sadece işçi sınıfına ve emekçi halka düşman değildir. Sıklıkla ifade ettiğimiz üzere, özel olarak kadınlara, LGBTİ+’lara, Kürde, Aleviye, gençliğe ve çevreye düşmanlığını yanında hayvanlara da düşmandır.

Her gün işkence edilmiş, öldürülmüş sokak hayvanlarının yanında son olarak Adalar Belediyesi’nin Dörtyol Belediyesi’ne hibe ettiği 100 at kaybolmuştur! Bu durum nasıl bir gerçeklik içinde bulunduğumuz ve nasıl bir sistem ve onun şekillendirdiği toplum gerçekliği içinde mücadele edildiğini özetlemektedir.

Faşizm tam bir suç örgütüne dönüşmüş durumdadır. Örneğin Gri Pasaport yoluyla gerçekleştirilen insan kaçakçılığı yeni değildir. Bir suç devleti olan TC devletinin öteden beridir uygulayageldiği “gelir kalemi”dir. Meselenin doğrudan devlet eliyle gerçekleştirildiği Dersim’de yaşanan benzer kaçakçılıkta, son derece açık kanıtlar olmasına rağmen savcılığın göstermelik de olsa bir soruşturma açması ve dosyayı kapatmasından anlaşılabilir.

TC ve bürokratları açısından bu türden gelir kapıları sıklıkla kullanılmaktadır. Hatırlanırsa ’90’lı yıllarda uyuşturucu kaçakçılığı da devletin önemli gelir kalemlerinden biriydi ve “anlı şanlı” Türk bayrağıyla şırınga resmi uluslararası basında sık sık yer alıyordu. TC açısından bu gelir kalemi de varlığını sürdürmektedir.

Açlık ve yoksulluk arttıkça toplumumuzda daha fazla insan “kısa yoldan köşeyi dönme” umuduyla, borsaya, kripto para denilen uygulamalara yönelmektedir. Bu durum ise yeni yolsuzlukların ve vurgunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Son yaşanan ve kimilerince Cumhuriyet tarihinin en büyük dolandırıcılığı olarak tanımlanan kripto para vurgunu da böyledir. Dolandırıcılığı yapanların rejimin bürokratlarıyla ilişkisi olduğu, ortaya çıkan fotoğraflardan ve çeşitli ortaklıklardan anlaşılmaktadır.

Yaşanan dolandırıcılıkta ortaya çıkan şu gerçek önemlidir; Dolandırılan yatırımcıların yüzde 51.4’ü 18-24 yaş yüzde 26.5’i ise 25-34 yaş aralığındadır. Bu durum ise sistemin gençliğe “güvenli bir gelecek” vaat etmekten ne kadar uzak olduğunun kanıtıdır. Yoksulluk, işsizlik arttıkça, istihdam edilmeyen genç sayısı çoğaldıkça, gençlik ya kısa yoldan köşeyi dönmeyi ya da yurtdışına çıkmayı önünde bir seçenek olarak görmektedir. Gençlik geleceksizleştirilmiş durumdadır.

Bu noktada gençliğin “geleceğimizi zenginlere yedirmeyeceğiz” hamlesi önemli bir yerde durmaktadır. Egemenler tarafından gençliğe dayatılan yaşama karşı güçlü bir itiraz örmenin ve mücadele etmenin gerekliliği ortadır. Bu itirazımızı 1 Mayıs alanlarına taşımak, gençliğin zapt edilemez isyanını örmekle karşı karşıyayız.

 

1 Mayıs’ı birleşik mücadelemizle kazanacağız!

İçinden geçtiğimiz koşullar Türk hakim sınıflarının hem içerde hem de dışarda saldırılarını arttığı bir döneme karşılık gelmektedir. İçerde virüs salgınında etkisiyle giderek derinleşen ekonomik kriz, çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşması, açlığın, yoksulluğun ve işsizliğin artması, kitlelerde derin bir öfkeye neden olmaktadır. TC faşizmi bu öfkenin farkındadır. Bu nedenle en ufak tepkilere karşı azgın bir faşist terörle saldırmakta, salgını bahane ederek, başta 1 Mayıs olmak üzere her türden hak talepli eylemi yasaklamaktadır.

Bu faşist saldırganlıkla eşgüdümlü olarak sınır dışında ise Irak Kürdistanı ve Rojava’ya dönük saldırılarını, işgal girişimlerini sürdürmektedir. Ancak bu saldırganlığın içerde halk kitlelerinin yoksulluğunu ve açlığını daha da büyüttüğü gözden kaçırılmamalıdır. TC bu anlamıyla çözümsüzdür. Saldırganlığı arttığı oranda çelişkisi de büyümektedir.

Faşizmin içerde ve dışarda bu yönelimine karşı, birleşik devrimci mücadeleyi örmek, 1 Mayıs alanlarını “Faşizmi Yıkalım Özgürlüğü Kazanalım” hamlesinin doruk noktası yapmak, hakim sınıfların krizini daha da derinleştirecektir.

1 Mayıs sonrasında da hamlenin çeşitli yol ve yöntemlerle geliştirilerek büyütülmesi, birleşik mücadelenin işçi sınıfı ve emekçi halkın ileri kesimi ve katmanlarıyla buluşturulması, gericiliğin saldırganlığına yanıt olmakla kalmayacak aynı zamanda korkularını büyütecek ve daim kılacaktır.

Bu anlamıyla 1 Mayıs’ın birleşik mücadelemizle her alanda kazanılması önemlidir. Sadece Taksim değil, bulunduğumuz bütün alanlarda meydanlara çıkmak, alanları zorlamak, tek tek ya da küçük gruplar halinde 1 Mayıs yasağına karşı, 1 Mayıs sahiplenmek, faşizmin yasaklarını tanımamak, işçi sınıfına ve emekçi halka he rejim hem de onun işbirlikçileri aracılığıyla dayatılan teslimiyet ve icazetçi çizgiye güçlü bir yanıt olacaktır. Geleceğimizi ve özgürlüğümüzü kazanmak için 1 Mayıs’a, 1 Mayıs alanlarına!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu