Emek

OKUR POSTASI | Doğadaki kuraklığın bir benzeri: “Ülke ekonomisi”!

Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklıklar, kuraklık tehlikesini kapımıza kadar getirdi. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, bir ay önce 2017 yılının, son 44 yılın en kurak yılı olduğunu söyledi. “Türkiye genelinde sulama, enerji ve içme suyu ihtiyacını karşılayan birçok barajın doluluk oranında hızla düşüş yaşanıyor” açıklamasını yaparken başka bir açıklama da Ekonomi Bakanı’ndan geldi. Yaşanan kuraklığın sadece doğada olmadığını kuraklığın ekonomimize de yansıdığını sonunda itiraf etti.

AKP hükümet olduğundan bu yana özelleştirmeler devam etmektedir. Devam eden özelleştirmelerin dışında sektörel olarak ülke ekonomisi incelediğinde 16 yıllık AKP iktidarı döneminde gelişen tek sektörün inşaat sektörü olduğu görülür. Adeta milli bir sektör olarak lanse edilmeye başlayan inşaat sektörü, bir süre ülke ekonomisini kalkındırmaya yetti. Ancak biliyoruz ki, inşaat sektörü ana damarlardan biri olarak ekonomiyi kalkındırmaya yetmez. Ya da şöyle diyelim; kalkındırabilir ancak bu, süreli hale gelemez ve ekonomiyi bir süre idare ettikten sonra düşüşü sert olur, ki öyle de oldu. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanların gündelik yaşamlarının her anında bu gerçeğin sonuçlarıyla boğuşmak zorunda kalması gözle görülür bir gerçek. Artan konut fiyatları, yoksulların kentlerin dış çeperlerine sürülmesi, her gün bir yenisi dikilmeye başlayan dev binalar, dönüşüm adı altında yıkılıp yenisinin inşasına başlanan yapılar, yıkım ve inşaatlardan kaynaklı hava kirliliğinin sağlığı tehdit edici boyutlara ulaşması, inşaatlarda her yıl 500’e yakın işçinin hayatını kaybetmesi, yok olan yeşil alanlar, kirlenen su kaynakları vb. bu sert düşüşün sonuçlarından birkaçı haline geldi. Birden fazla yapı oluşturulduğunda yani arz yaşanan talebi karşılamadığında da bu enflasyon olarak karşımıza çıkmaya başladı.

Tabi ki ekonomideki çöküş sadece bunlarla sınırlı değil. İnşaat sektörü gerekli verimi vermeyince, AKP yine ve tekrar özelleştirmelere başvurdu. Artık her şey yabancı sermayeye peşkeş çekilmeye başlanmıştı. Önce devlet kurumlarının birkaçı özelleştirilirken, şimdilerde ise de şeker fabrikaları özelleştirmenin eline mahkum olmaktadır.

Genel olarak bakıldığında, özelleştirmeler devletlerin ekonomi politikalarının bir sonucudur. Verim getirmeyen ekonomi politikalarının ardından özellikle Türkiye gibi sosyo-ekonomik yapıya sahip ülkeler, milli olan üretim mekanizmalarını da yabancılaştırıp ekonomiyi ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Bu şekilde aslında çöküşün başlangıcına gidip günü kurtarmaktan başka bir şansları yoktur. Bu ülkelerde sıcak para akışını bir ilaç olup günü kurtarmak için önemli bir etkendir ancak gelecek açısından bir kaostur. Kaostur çünkü, güçlü bir ekonomide ilk başta olması gereken şey üretimdir. İktisadın birinci kuralı “güçlü ekonomiler üretimden geçer” mottosunun tamamen tersini uygulamak gelecekte yaşanacak olan ekonomik bir buhrana imza atmak demektir.

Üretimden kopuk bir ekonomiye sahip olduğunuz zaman üstüne bir de yabancı sermayeye bağımlı hale geldiğiniz an, tam da Ekonomi Bakanı’nın dediği gibi ekonomide kuraklık olmaya başlıyor. Aslında Ekonomi Bakanı’nın, kuraklık dediği olay üretimdeki kısırlıktır. Geçtiğimiz haftalarda otomotiv sanayi ile ilgili bir takım gelişmeler yaşandığı ana akım medyaya yansıdı. Bu gelişmeler üretilecek araçların otomotiv sanayimizi güçlendireceği yönündeydi. Ancak gel gelelim bu olay motoru dışarıdan ihraç edip, etrafına montaj yapacağından ibaretti. Ki zaten ülkemizde var olan sanayinin küçük ve anlaşılır bir özetini de yapmış olduk bu örnek ile. Bahsettiğimiz şey montaj sanayi. Bu da ülke ekonomisini kalkındırmayı geçelim “yararsız bir üretim cennetine” dönüşmeye başlıyor.

Bu kadar “sorun”ları olan bir ekonomide bir de üstüne boyundan büyük işlere kalkıştığın zaman ülke yükümlülükleri halkın sırtından alınmaya da başlıyor. Vergilerden bahsediyoruz. ÖTV’den, KDV’ye her şeyden vergi alan ve bu vergilere de zam yapan AKP hükümeti işfal saldırısının sonuçlarını da bizlere dayatıyor. Sıcak para girişini bir özelleştirmeler, iki vergilerle sağlamaya çalışan hükümet, en sonunda ekonomide kısırlık olduğunu da itiraf etmiş oldu. Artık ciddi bir buhran içersinde olunduğu devlet tarafından da tescillenmiş oldu. Bütün bunların üstüne geçtiğimiz hafta Standard & Poor’s, Türkiye’nin kredi notunun negatif olduğunu açıkladı ve bu da yabancı sermaye için “yatırım yapmayın” anlamına geliyor.

Uzun bir zamandır devlet Ortadoğu’da bir savaşın içinde. Bölgedeki Kürt kazanımlarını hedef alan ve geleceğini tamamen buraya bağlamış olan AKP’ye rağmen Fitch gibi kredi derecelendirme kurumları ülke ekonomisini riskli olarak gördüğünü açıkladı. Artan bu risk sebebiyle TL’den uzak durulması tavsiyeleri öne çıktı. Fitch, Türkiye’nin kredi notunu 2018 senesinde de çöp seviyesinde tutacağını ilan etmişti. Halkbank da ABD’nin keseceği muhtemel para cezası sebebiyle riskli gruba alındı. Fitch, Efrin’e saldırarak coğrafî ve siyasi risklerin artması halinde kredi notunu bir basamak aşağı düşürebileceğini kaydetmişti.

Artık bu risk ete kemiğe büründü. Türkiye bütçe açığı, cari açık ve sosyal güvenlik açığı gibi üçüz açıkları kapatmak için senelik 100 milyar dolar harici kaynağa muhtaç. Mevcut şartlarda bu kaynağı temin etmek çok zor. Ülke içine sıçrayacak bir ateş topu, yatırımcıları tamamen Türk Lirası’ndan uzaklaştırmaktadır. Dolar endeksini son üç senenin en düşük seviyesine düştüğü günlerde, geçen hafta dolar TL’ye karşılık 7 kuruş kıymet kazandı. Dolar dünyada düşerken Türkiye’de arttı.

AKP hükümeti böbürlenedursun istatiksel veriler yanılmaz. Ülke, çok ciddi bir ekonomik problem içersinde. Bu problem hem işsizlik rakamlarına yansıyor hem de vergi oranlarına. Artık insanlar yaşamlarını bile idame etmekte zorlanırken genç işsizlik çok ciddi rakamlara evrildi. Ekonomide yaşanan bu buhran arttıkça baskılar da doğru orantıyla artıyor, böylesi bir ekonomide devlet de çok iyi biliyor ki, ciddi krizlerle karşı karşıya kalınabilir.

Bir ÖG okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu