GüncelMakaleler

YEREL SEÇİM-SÖYLEŞİ | “Kayyum Rejimini Tarihin Tozlu Rafına Bırakmayı Ana Başarı Çıtamız Olarak Görüyoruz!”

DEM Parti Seçim İşleri Komisyonu Eş sözcüsü İlknur Birol’la yerel seçimleri, DEM Parti’nin yeni yol haritasını konuştuk. Birol: Bütün demokratik ve devrimci kurumların kayyumu, bir basit mesele olmaktan çıkarması lazım" dedi.

Yerel seçim gündemi giderek ısınıyor. Birçok parti, yerel seçimlerde gösterecekleri adayları ve izleyecekleri politikayı kamuoyuna duyurmaya başladı. Bunlardan biri de DEM Parti.

Biz de Özgür Gelecek gazetesi olarak DEM Parti Seçim İşleri Komisyonu Eş sözcüsü İlknur Birol’la yerel seçimleri, DEM Parti’nin yeni yol haritasını konuştuk.

– Sizce nasıl bir politik atmosferde yerel seçimlere giriyoruz? Bununla birlikte DEM Parti’nin “kent uzlaşısı” kavramıyla yola çıktığı çalışmalar ne aşamada?

– Biz 2024 yılı 31 Mart yerel seçimlerine bütün diğer siyasi özneler gibi 2023’teki genel seçimlerin yarattığı etki ve o projeksiyondan bir yeni değerlendirmeyle girdik, bir bakış ürettik. 2023 Genel Seçimleri kuşkusuz muhalefet açısından bir hayal kırıklığı, bir başarısızlık duygusu gibi görünen bir duygu, bir tortu bıraktı.

Türkiye seçimlere çok aşina bir ülke, iktidarın da muhalefetin de sandığı ve seçimi oldukça fazla sevdiği ülkelerden biri. Hatta iktidar bloku açısından kısmen muhalefetin yani ana parlamenter muhalefetin ana gövdesi açısından neredeyse demokrasiyle ilişkilerini bir tek sandıkla kurdukları, bir anlam yükledikleri yer. Sandık önemsiz mi, seçim önemsiz mi? Kesinlikle değil.

Seçimler bizim gibi ülkelerde gerçekten önemli, kritik kavşakları oluşturuyor. 31 Mart seçimleri de ülkenin içinde bulunduğu durum itibariyle ve seçimin yerel yönetimler seçimi olması hasebiyle ayrıca bir önem barındırıyor.

Çünkü bu tekçi, bu otokratik, faşizan rejimin kendi ayaklarını tamamlama evresi olarak da gördüğü, bunu açıkça ilan ettikleri bir seçim karakteri var yerel seçimlerde. Erdoğan ve Bahçeli, iktidar blokunun iki sözcüsü de yerel seçimleri merkezi hükümetle uyumlu, onun idari bir parçası haline gelecek şekilde ele aldıkları bir seçim stratejisi izliyorlar ki bu aslında rejime bakma halidir. Yerel seçimleri, yerel yönetimleri önemli demokratik uğraklardan biri, demokrasi deneyimlenen yerler olmaktan çıkararak bir tekçi bakışın, devletçi monolitik bir bakışla ele alan anlayışın ürünüdür bu yaklaşım.

Bu anlamda, iktidar bloku bu tanımlamayla bakıyorken muhalefet de kuşkusuz bir başka projeksiyon geliştirmek zorunda. Ben şu bizim bakışımızla ilgili bilgi vereyim. Biz hem rejimin tamamlanma meselesinin gerçekleşmemesi hem de yerel yönetimlerin, halkın, halk kitlelerinin demokrasiyi deneyimlediği, demokratik katılım konusunda tecrübe kazandığı, bunu öğrenebildiği ve kamusal hizmetleri yani yerel yönetimlere düşen kısmıyla ortak kamusal hizmetlerin eşit, adil bölüşümünü, dağılımını yapılabilme olanağının yüksek olduğu birimler olarak görüyoruz.

Halkın kendini yönetme kabiliyeti kazandığı okullar olarak da veya bu anlayışın gerektirdiği bir biçimde bakıyoruz yerel yönetimlere. Dolayısıyla belediyelere bir başkan, birkaç tane de üye seçmenin ötesinde anlamı var bizler açısından. Şimdi bu projeksiyonla daha önce DEM Parti’nin öncüllerinin kazandığı belediyelerde buna uygun modellemeler, halkla böyle bir ilişki kurma, halkın örgütlü bir halk haline gelmesi lütuf değil.

Hak olan şeylerin mahalde yaşayan topluluklara eşit götürülmesi, kadın öncelikli bir çizgide yapılanmaların merkezi haline getirilmesi konusunda çok deneyim biriktirdik, bu deneyim ve iktidarın Kürt düşmanlığı da içine katılarak doğrudan kayyum rejimiyle müdahale ettiği yerler haline geldi.

Türkiye devrimci hareketinin, Türkiye sosyalist hareketinin de yerel yönetimlere ve kendini yönetme deneyimi, kabiliyeti kazandığı modeller açısından son derece parlak, tarihsel örnekleri vardır. Örneğin Fatsa örneği verilir. Örneğin Diyarbakır örneği verilir. Son zamanlarda Dersim örneği veriliyor. Dolayısıyla bizim bakışımızla oluşan, onun ipuçlarını belki de kendisini, tamamını değil ama ipuçlarını gösterdiği bütün deneyimler aslında sosyalist solun deneyimi. Bütün devrimci-demokrat güçlerin nasıl bakmaları gerektiğine ilişkin de birer dayanak oluşturuyor.

Bu seçimlerde Kürdistan’da kayyumlarla alınmış bütün belediyelerin yeniden halk iradesine teslim edecek şekilde bir başarı kazanılması bizim için öncelikli meselelerden bir tanesi. Yani kayyum rejiminin tarihin tozlu rafına, halk güçlerinin iradesini yansıtarak ve ona sahip çıkacağı bir çizgide tozlu rafa bırakmayı ve onu bertaraf etmeyi ana başarı çıtamız olarak görüyoruz.

Dolayısıyla bu 31 Mart 2024 bizim için Kürdistan’da da, Batı’da da kazanma üzerine kurulu bir perspektifle, bir stratejiyle ele alınıyor. Burada kazanmanın anlamı sadece bir başkan seçmek, belediye meclisinde olmanın ötesinde bir anlam taşıyor.

Biz halkın gerçek gücünü, birikmiş bu gerçek gücü gerçek anlamıyla yerel yönetimlere taşımak ve bunun görünür olmasını, icrasıyla da halkla buluşmasını sağlayacak bir yol haritası izlemek istiyoruz. Bunu yine yerel yönetimlerin karakterine uygun bir biçimde o mahalle, o kentte, o şehirde nasıl adlandırıyorsak, siyasi ve sosyal dinamiklerin kendini içinde bulabilecekleri bir mutabakatla, bir uzlaşıyla gerçekleştirmek istiyoruz.

 – Kent uzlaşısı dediğiniz?

– Kent uzlaşısıyla anlatmaya çalıştığımız şey şu: Siyasi olarak o kentte bir tek biz yokuz. Bizim dışımızda çok farklı toplumsal kesimler, sosyal kesimler, siyasi kesimler var. Ama bir kentin, bütün birim, bütün bileşenleri ile kendini yönetebilir hale gelebilmesi için yönetim katında da bunun, bu toplulukların kendini hissetmesi, orada olduğunu görebilmesi lazım.

Bugüne kadarki deneyimler genelde daha dar ölçeklidir. Orada yönetime talip olan siyasi öznenin kendisinin ya da temsilcilerinin bu vaatle yönetime kendisini taşıması gibi bir pratik ile karşılaşmışızdır çoğunlukla. Ama aslolan, gerçekten adı yerel yönetim olan bu yönetim birimlerinde o mahallede yaşayan bütün toplum dinamiklerini yönetime taşıyacak bir uzlaşmaya, uzlaşıya doğru gitmek ve onun siyasi temsilinin gereği neyse onu üstlenip sandığa, seçimlere öyle giderek yönetime taşımaktır, bu iradeyi taşımaktır.

Dışlamayan, kapsayan bir kavram. Ötelemeyen, içine alan bir kavram. Farklılıklarla birlikte ortak çıkarı, ortak kararlar ve ortak icrayla gerçekleştirebileceğimizi söyleyen fikrin aslında özgüvenli bir halde hayata geçirilmesinin kavramlarından bir tanesi, arayışımız budur. Bu birinci kısmı.

İkinci kısmı ise bu seçimlerde biz partimizin ya da ittifak ettiğimiz bileşenlerimiz ve ittifak ettiğimiz bütün güçler ve diğer sosyal siyasal kuvvetlerle eğer belediye seçimlerine bir takım adaylar ve temsilcilerle geleceksek, bunun yine halkın iradesini yansıtan onların ekseriyetinin, çoğunluğunun “evet, beni temsil edebilir” diyebileceği, önden bunun kararını verebileceği demokratik katılımcı bir mekanizmayla belirlenmesinin önemli olduğunu düşündük ve partimizin birinci ve ikinci olduğu Kürdistan’daki yerlerde ön seçimli aday belirleme kararı aldık.

 “Halkımız seçim süreçlerinde kendilerini temsil edecek adayların belirlenmesinde bize uyarıda bulundu!”

– Burayı biraz açar mısınız? Nasıl bir politikanız var? Bölgede sürdürülen çalışmalar ne durumda?

Bu genel seçimler sonrası Parti’nin bütün birimleriyle yoğun tartışma süreci yaşadık. Yani il, ilçelerimizde, mahallelerimizde, genel merkezde, bütün ilgili kurumlarda. O vakit, seçimlerden çıkan sonuçlarla birlikte halkımız bize seçim süreçlerinde kendilerini temsil edecek adayların belirlenmesinde daha yüksek söz sahibi olacakları mekanizmalar ve yöntemlerin doğru olduğu konusunda bir uyarıda bulundu.

Yani daha önceki yöntemlere ilişkin eleştiride ve bu konuda da bir uyarıda bulundu: “Ben seçmek istiyorum, adayımın kim olacağına karar verirken aktif aktör ben olmak istiyorum.” O yüzden partinin yerel seçimlerdeki adaylarının belirlenmesinde “çoklu yöntem” denilen bir karar aldık. Çoklu yöntemin içinde bazı bölgeler, ön seçimlerle adaylarını belirleyebilir. Bazı bölgeler o koşulları oluşturamıyorsa, eğilim yoklamasıyla bölgenin yine bütün dinamiklerinin içinde olabileceği eğilim yoklamalarıyla adaylar belirlenebilir dedik.

Hareket planımızı pratiğe aktarırken de bir takım ölçüler koyduk. Örneğin Parti’nin birinci ve ikinci olduğu bütün il ilçelerde adaylarımızın halkın yoğun katılımıyla oluşturacakları ön seçimlerle belirlemek gibi. Ön seçimleri de mevzuatın ve yasanın siyasi partilere tanıdığı sadece üyeleriyle yapılabilir denilen sınırı aşarak yapan, yapabileceğimiz bir model olarak kurduk. Bu model ön seçimi sadece bizim parti üyelerimiz, parti yöneticilerimizden ibaret bir delegenin seçtiği biçimde değil. Yine kent uzlaşısı fikrine uygun biçimle partili olmayan, organik olarak partide olmayan ama bu konuda fikir beyan etmek isteyen o kentteki bütün büyük ailelerin, sivil toplum kuruluşlarının, kitle örgütlerinin yönetimlerinin, üyelerimizin, sandık görevlilerimizin, müşahitlerimizin. Ulaşabildiğimiz en büyük genişlikte katılım sağlayabilecek ve bazı yerlerde aldığımız oyun yüzde ikisine ulaşacak kadar büyük bir kapasiteye sahip bir delege sistemi oluşturarak yapalım dedik.

– Zor bir şey bunu hayata geçirmek…

– Altyapısını kurmak çok zor. Öyle söylendiği kadar kolay bir şey değil. Biz bunu söylediğimiz günden beri çalışıyoruz. Bu sistemlerin kurulması, bu genişliğin sağlanması ve o genişlik içinden aday belirlenmesi gibi. Hazırlıklarımızın çoğu tamamlandı, aday başvuru takvimimiz ayın 25’inde sonlanıyor. 25’inden sonra adaylarımızın ön seçime girecek olan aday adaylarımızın isimleri ortaya çıktıktan sonra Ocak’ın ilk haftası gibi, 6-7 Ocak gibi Kürdistan’ın bazı yerlerinde ilan ettiğimiz yerlerinde ön seçimlerimizi yapacağız. Bazı bölgelerinde eğilim yoklamalarımızı yapacağız yani o da o bölgenin talebi olduğu için burada ön seçim koşulumuz yok, burada eğilim yoklaması yapalım diyerek yine kararlarını kendilerinin verdikleri yöntemlerce Ocak ayının ortasına kadar bütün adaylarımızı tamamlayarak, sahaya-sahneye çıkmak istiyoruz.

– “Batı”nın büyük şehirlerinde aday çıkaracak mısınız?

– Anlattığım, adayın belirlenme yöntemiyle ilgili bir şey ama seçimlerde aday çıkarmak ya da çıkarmamak meselesi başka bir konu. Bu, siyasi taktiğinizle alakalıdır. Stratejinizi uygun taktiklerinizle ilgili bir meseledir ki, biz bağımsız bir siyasi parti olarak her yerde adaylarımızla seçime girme hazırlıklarımızı yapıyoruz. Yani Batı’da bundan vareste değil ama Batı’nın koşulları Kürdistan’la aynı ölçülerle değil, farklı dinamiklerle değerlendirilmek zorunda.

Biz kent uzlaşısı fikrini, bütün coğrafyaya hitap edecek şekilde ortaya attık. Dolayısıyla Batı’da da kent uzlaşısı bu geniş perspektifliği, kapsayıcı bütün dinamikleri kapsayan kent uzlaşısı arayışımız ve ona ilişkin çalışmalarımız, çabamız devam ediyor. Şimdi bakın bu fikir, kendinizi de o uzlaşı içinde eşitlediğiniz bir durumdur. Yani ortaklık arayan, kolektivite arayan bir durumdur. DEM Parti yani kapladığı alan, hani siyasi arenada kapladığı alan, belki büyüklüğü nedeniyle sözü ilk söyleyen belki de adım attığında harekete geçirici olması açısından önemli bir siyasi özne ama kent uzlaşısı bizim dışımızda birçok siyasi özneyi ve sosyal-siyasal kesimi kapsayabilmelidir.

 “Kazanmak için, halk adına kazanmak için, halkın kazanması için…”

-Sosyalist, devrimci ilerici kurumlar hem DEM Parti bileşeni olanlar hem de onun dışında kalan örgütlerle, kurumlarla nasıl bir çalışma var? Bir önceki seçimde birkaç il özelinde olumsuz kimi tartışmalar da kamuoyuna yansımıştı. Bunlardan biri de Dersim? Bu sene yeniden “Dersim ne olacak?” tartışması ya da Antakya’da çoklu bir aday belirleme süreci yansımaya başladı. Toplamda devrimci kurumlarla nasıl bir ortak seçim çalışması hazırlığı var ya da neler düşünülüyor?

– Zaten süren görüşmelerimiz yani bu seçim vesilesiyle değil, onun dışında da süren görüşmeler devam ediyor. DEM Parti olarak bizim bakışımızın içinde sol-sosyalist güçler zaten bir doğal varlık olarak var kent uzlaşısı içinde. Uzağımızda değil, aynı yolu yürüdüğümüz dostlarımız, arkadaşlarımız, yol arkadaşlarımız.

– DEM Parti bileşeni olmayan güçlerin dışındakileri soruyorum?

– Biz bütün için söylüyoruz. Yani nihayetinde biz % 100 anlaştığımız, her noktasıyla anlaştığımız herkesle olacaktır bu demiyoruz. Birbirinden farklı görünen ama menzili ortak olan, ortak menzile yürüyen yaklaşım farklılıkları, tarzları çeşitli noktalardan hakikaten uyuşmayan yerleri olabilir ama konu yerel yönetimler olduğu için fikrin aslına dönmemiz lazım.

O bölgede yaşayan bütün unsurların taleplerini birbirini itmeden olabildiğince eşitlik fikriyle kapsayabilen bir zihniyetin yönetime taşınmasını, demokratik olarak taşınmasını öngörmek lazım. Dolayısıyla bu bazen sizin kendinizden vazgeçmenizi bile gerektirebilir. Kazanmak için, halk adına kazanmak için, halkın kazanması için. Kent uzlaşısı, bu olanağı veren bir şeydir. Biz, sosyalist güçlerle, devrimci hareketlerle zaten ortak olan yol yürüyüşümüzü, yerel yönetim seçimlerinde de bir kuvvete bürünmesi, kendine kent uzlaşısı çerçevesinde temsil bulabilmesi, ortaklaştırabilmesi ama mutlaka en önemli nokta kazanabilecek hale getirmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu diyaloglar sürüyor. Tabii bu işin belki meseleyi konuşma kısmı şimdi bir de matematik kısmı, hali var. Yani biz istesek de istemesek de bir sandık kazanma ve matematik hali var. O halde de bize başarı ve kazanma duygusunu verebilecek, sonuç üretecek, birlikteliklerin tamamını kapsayabilecek bir hareket planı içindeyiz. Diyaloglarımız devam ediyor. Birbirinden yaklaşım farklılıkları olabiliyor zaman zaman. Hesaplama farklılıkları olabiliyor zaman zaman ama onların da uzlaşabileceği ortak zeminler kuruluyor. Bu açıdan hiç de karamsar değiliz. Oldukça umutluyuz. 31 Mart akşamı Türkiye sosyalist hareketinin, devrimcilerinin DEM Parti ve bütün diğer politik unsurlara sandıkta teveccüh göstermiş halkımızın 31 Mart akşamı kafasını yastığa koyarken evet kazandık duygusunu edineceği bir sonuç almaya çalışıyoruz.

 “Kayyum bir vesayet rejimidir, kayyum bir yolsuzluk rejimidir!”

– Son olarak kayyum meselesine gelirsek, seçim sonrası ne yapmak gerekiyor ya da buna dair muhalefete ya da halka nasıl bir çağrı yapılabilir sizce?

– “Orada bir kayyum var ve bize değmediği sürece bizi ilgilendirmez” şeklindeki ilgisizlikten mutlaka çıkmak zorunda Türkiye sosyalist hareketi, demokratları, devrimcileri. Kayyum bir vesayet rejimidir, kayyum bir yolsuzluk rejimidir. Kayyum bir toplum çürüten rejimdir aynı zamanda.

Kayyum belki de bu iktidar blokunun, bu sermaye egemenliğinin Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında keşfettiği en kendine işine yarar bir rejim simgesidir. Dolayısıyla kayyum ile mücadele kritik önemlidir. Kayyumun bu rejimin gayrimeşru hale getirilmesi ve uygulanamaz hale getirilmesini amaçlamalıyız. Bir daha kimsenin ağzına almayacakları bir kavram haline getirilmesi için bir bunun deşifresi ki yapılıyor. Bir daha kayyum olmayacak şekilde bütün kurumlarına, birimlerine halkın tıpkı sandığa oy verdiği gibi sahip çıkacak bilinçte donatılması, bununla mücadelenin öneminin bir bilince çıkarılması ve örgütlü hale getirilmesi önemlidir.

Bütün demokratik ve devrimci kurumların kayyumu, bir basit mesele olmaktan çıkarması lazım. Sadece Kürtlerin başına gelen bir meseleymiş gibi algıdan çıkması lazım. Diyarbakır’da yaptıkları kayyum deneyimi, Van’da yaptıkları, Mardin’de yaptıkları Boğaziçi Üniversitesi’ne bir kayyum modeliyle gelinmesinin yollarını açıyor. Tabipler Odası’na kayyum atanmasının yolunu açıyordu. İşte şimdi bu, o bir rejim kurgusudur. O yüzden tamamımız için mücadele edilmesi gereken bir şeydir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu