Güncel

HDK, 8. Genel Kurul Sonuç Bildirgesi’ni yayınladı.

H. Merkezi: Onur Hamzaoğlu ve Gülistan Koçyiğit’in yeniden eş sözcülüğe seçildiği Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) 8. Genel Kurulu’nun sonuç bildirgesi kamuoyuyla paylaşıldı. Dün toplanan Genel Kurul’da demokrasi güçlerinin birleştirilmesi ve yeni bir toplumsal sözleşme yapılması kararlaştırılmıştı. Bu kararlar bugün açıklanan 8. Genel Kurul’un sonuç bildirgesinde de yer aldı.

Mücadele çağrısının yapıldığı bildirgede, “Faşizm koşullarında HDK’nin ve tüm demokrasi güçlerinin sorumlulukları artmıştır. Faşizmin tüm saldırılarına rağmen toplum biat etmemiş, tepki ve öfkesini biriktirmiştir. Demokratik muhalefet ve mücadele zemini ve imkanları da her zamankinden fazladır. HDK, süreklileşen ve büyüyen bir mücadele zemini olarak tarihsel rolünü oynayarak, halklar, ezilenler ve tüm toplumsal güçlerin demokratik ve özgürlükçü sistemini inşa göreviyle karşı karşıyadır. Bu mücadele, faşist inşaya karşı Demokratik Cumhuriyeti inşa etmek demektir. Demokratik Cumhuriyet, Türkiye’nin tüm kentlerinde, yerellerinde gerçekleştirilecek demokrasi konferanslarıyla, toplumsal sözleşme çalışmalarıyla, demokratik halk meclisleriyle somut bir mücadele programına dönüştürülecektir” denildi.

HDK 8.Genel Kurul Sonuç Bildirgesi’nin tam metni şöyle:

Toplumsal tarihin binlerce yıllık birikimine dayanarak; tüm ezilenler, sömürülenler, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler ve ötekileştirilen tüm kimliklerin sözünü söyleme iddiasıyla tarih sahnesine çıkan Halkların Demokratik Kongresi (HDK), büyük bir katılımla gerçekleştirdiği 8.Genel Kurul ile tarihsel görevlerinin ışığında güncel görevlerini tespit etmiş ve bu görevleri gerçekleştirecek bir iddia ve kararlılık ile tartışmaları sonuçlandırmıştır. Yıllara dayanan deneyim ve tecrübeleri güçlü bir değerlendirmeye tabi tutarak yeni mücadele dönemi için gerekli perspektif ve kararlara ulaşmıştır. Büyük Ekim Devrimi’nin 100. yılında gerçekleşen toplantımız, devrim ve sosyalizm tarihinden aldığı güç ve iddia ile tartışmalarını yürütmüştür.

Genel Kurulumuz, Dünya, Ortadoğu,Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan gelişmelerin iç içe ve birbirini etkileyen nitelikte olduğundan hareketle, önemli politik ve toplumsal tespitlerde bulunmuştur.

Sovyet sisteminin çözülüşüyle birlikte zaferini ilan eden küresel kapitalist sistem, Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi adı altında sistemin küresel yayılışı ve inşasını hedeflese de  özellikle son çeyrek yüzyılda yaşanan gelişmeler, yeni bir kurucu süreçten ziyade bir kriz dönemi yaşandığını göstermektedir. Kapitalist sistemin ekonomik, askeri, siyasi ve toplumsal yapıları, bu yapılardaki gerileme ve dağılmalar yaşanan krizin çöküşe evrilme potansiyelini taşıdığını bizlere göstermektedir. Küresel kapitalist sistem yaşadığı krizi aşmak için savaş, silahlanma ve sömürü araçlarını daha fazla devreye koymaktadır. Finans kapital, kendisine  engel olarak gördüğü merkezi yapılara karşı daha yerel yapı ve alanlarda gücünü yerelleştirmeye çalışmaktadır. Bunu gerçekleştirmek için de Irak ve Suriye’de olduğu gibi merkezi yapıları dağıtarak mikro iktidar alanları üretmekte, milliyetçi ve mezhepçi politikaları halk ve inanç kimliklerine dayatarak sürekli bir savaş ve çatışma durumu yaratmaktadır.

Bu müdahaleler karşısında, bölge statükoculuğunun sacayakları konumunda olan Türkiye ve İran ise, demokratik sistem inşasına yönelmek yerine devleti daha da merkezileştirerek, faşist ve baskıcı karakterini öne çıkararak krizden çıkmaya çalışmaktadır.  Bu tercih ise, halkların demokrasi ve özgürlük arayışlarını bastırma ve sömürgecilik politikalarını derinleştirme temelinde gelişmektedir.

Küresel hegemonik güçlerin tüm toplumsal kimlikleri sistem içine alarak eritme, bölgesel statükocu devletlerin ise faşizmle topluma biat etme dayatmalarına karşı, tarih boyunca egemenler tarafından özgürlük seçenekleri ellerinden alınan halklar, ezilenler, kadınlar ve tüm toplumsal güçler de kendi özgür ve demokratik sistemlerini kurma çabalarını tarihi direnişler ve büyük bedellerle geliştirmektedir. Kapitalizm dışında alternatif yaşam ve sistem arayışları üçüncü bir çizgi olarak kendini var etme koşullarını yaratmaktadır. Hem küresel hem de bölgesel dayatmalara teslim olmayıp direnmenin, özgür yaşamda ısrar etmenin sonucu olarak gelişen Rojava Devrimi, kadınlar ve gençler başta olmak üzere halklar ve ezilenler için özgür yaşam alanları yaratmakta, insanlığa kriz ve bunalımlardan çıkışın yolunu göstermektedir. Yaratmaya çalıştığı komün ve meclis sistemiyle, ‘Devrim ve Sosyalizm Çağı bitmiştir’ diyenlere karşı özgür insanlığın cevabını vermektedir.

Genel Kurulumuz dünya ve bölgedeki bu gelişmelerle birlikte Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri de genişçe tartışmıştır. Yaşanan kaos ve kriz sürecinin merkezinde yer alan ülkelerden Türkiye, Kürt sorununu çözerek demokratikleşme seçeneğini değerlendirmek yerine toplumdaki tüm demokratik ve özgürlükçü güçlere ve birikime savaş açarak faşizmin kurumsallaşma sürecine girmiştir. Demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesiyle 7 Haziran’da iktidardan düşen AKP, Türkiye’deki tüm faşist ve gerici güçlerle yeni bir ittifak bloğu oluşturarak demokratik siyaset alanının tasfiyesine girişmiş, akabinde meclisi de fiilen feshederek mutlak güç, mutlak iktidar düsturuyla koşulsuz biatı dayatmıştır. Yerel demokrasinin temeli olan yerel yönetimlere kayyum atayıp, belediye eşbaşkanlarını tutuklayarak halkın özgür iradesini gasp etmiştir.

Siyasi ve zor aygıtlarının yeni rejim inşasına yetmediğinin farkında olan faşist iktidar bloku, ‘yeni bir devlet’ için ‘yeni bir toplum’ yaratmak adına tüm topluma savaş açarak faşizmi toplumsal zemine yaymaya çalışmaktadır.

Bu yeni ideolojik inşa için eğitim sistemini elden geçiren AKP iktidarı, gerektiğinde kendi iktidarı için savaşacak ‘neferleri’ eğitmek için cihat eğitimini de içeren birçok düzenlemeye giderek militarizm, milliyetçilik ve cinsiyetçiliği kreş çağındaki çocuklara kadar yaymaktadır. İktidarın biat dayatmalarına karşı kesintisiz ve en önde direnerek özgür insan kimliğini temsil eden kadınlara karşı ise açık saldırı niteliği taşıyan onlarca yasal düzenlemeye gitmekte, kadın cinayetlerine zemin hazırlamaktadır. Halk ve inanç kimliklerini asimile etmeye yönelik politikalara hız verirken, özelde de Alevilere dönük baskılar artmaktadır. Yaşadığı ekonomik krizi ötelemek için emek sömürüsünü yoğunlaştırmakta, onbinlerce kamu emekçisini KHK marifetiyle ihraç etmekte, üniversiteleri yeniden düzenlemekte, savaşlardan kaçan milyonlarca göçmen işçiyi ucuz iş gücü olarak kullanmakta, rant alanları yaratmak için büyük ekolojik yıkımlar gerçekleştirmektedir.  Savaş politikalarıyla iktidarda kalmaya çalışan AKP, barışa ne kadar öfke duyduğunu ise bir barış bildirgesi yayınlayan akademisyenlere dönük saldırılarında göstermiştir. Barış akademisyenlerine yönelik ihraçlar şimdi de yargılamalarla sürdürülmekte, barış iradesi kırılmaya çalışılmaktadır.

Faşizmin, özellikle insan yaşamını nasıl hiçe saydığını da, baskı ve sömürü politikalarına karşı tüm varlıklarıyla direnişe geçen Nuriye ve Semih’e dönük ceza ve eza uygulamaları ile bir kez daha gördük. Genel Kurulumuz, bu vicdani ve ahlaki direnişin yanında olduğunu güçlüce dile getirmiştir. Yine 130 bin metal işçisi toplu sözleşme sürecinde. Metal işçileri patronların düşük ücret politikasına ve esneklik taleplerine karşı bir mücadeleye başladılar. Genel Kurulumuz, her geçen gün daha fazla sömürüye maruz kalan, ağır çalışma koşulları altında haklarını arayan metal işçilerinin haklı mücadelesini destekler ve onların yanında olduğunu belirtir.

Faşizmin kurumsallaştırılması aşamasında son hamle toplumu teslim almaktır.

Bekçilik sistemi ile sokağı teslim alma, yüzbinlerce kişiyi paramiliter güçlere dönüştürerek silahlandırma, meskun mahal muharebe okulları ile Türkiye’nin herhangi bir kentinde gelişebilecek direnişlere karşı hazırlıklar yapma, faşist iktidar blokun topluma savaş açması anlamına gelmektedir. İçte savaş politikalarını bu araç ve yöntemlerle geliştiren faşist blok dışarıda ise başta Rojava olmak üzere Kürt halkının kazanımlarına savaş açmaktadır. Yakın dönemde yoğunlaşan Efrin’e saldırı hazırlıkları bu politikanın bir yansımasıdır.

Bu koşullar içerisinde, İmralı Cezaevi’nde sayın Abdullah Öcalan’a dönük mutlak tecrit uygulamaları, bir kişiye dönük değildir, halkların özgür ve birlikte yaşam arayışına yöneliktir. İmralı’daki bu kuşatma politikası hem tüm cezaevlerine hem de toplumsal zemine uygulanmaktadır. Onbinlerce kişinin rehin alındığı cezaevlerinde tutsaklara tek tip elbise dayatması, fiziki ve psikolojik saldırılar ile hak ihlalleri tecrit ve kuşatma politikalarının bir devamı olup direniş iradesini kırmaya yöneliktir. Bu yönüyle, faşizme karşı mücadelede tecrit politikalarını kırmak, cezaevlerindeki direniş ile toplumsal direnişi buluşturmak oldukça önemli olmaktadır.

Toplumun inanç değerlerini istismar etmek ve şovenizmi yükseltmek, AKP’nin iktidarını sürdürmek için en çok başvurduğu yöntemler olmakta. Son olarak, rüşvet ve talan sisteminin tüm ayrıntılarıyla ortaya döküldüğü Zarrab davasının rezilliklerini gizlemek için Filistin ve Kudüs konularını istismar etmeye çalışmaktadır. AKP’nin bu istismarcı ve faydacı politikalarını teşhir etmek gerekir. Filistin halkının özgür bir ülke yaratma mücadelesinin yanında olmak HDK’nin varlık gerekçelerindendir. Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlar için kutsal bir kent olan Kudüs, halkların ve inançların çatışma merkezi değil, eşit ve ortak yaşamın başkenti olmalıdır.

Genel Kurulumuz, faşizmin tüm bu saldırılarına karşı direnmenin ve faşist cepheyi dağıtmanın biricik yolunun demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesini sağlamaktan, toplumsal direnişi büyütmekten geçtiğini bir kez daha daha güçlü bir şekilde dile getirmiştir. Türkiyenin tüm gerici, faşist unsurları devlet bekası adı altında birleşik faşist cepheyi oluştururken, bu saldırıların hedefi olan demokrasi ve özgürlük güçleri olarak direniş ve mücadeleyi, faşizme karşı güçlü bir demokrasi cephesine dönüştüremedik. Birleşik bir faşist cepheye karşı tekil, parçalı ve süreksiz bir mücadelenin yeterli olmadığı ve faşizmi Türkiye’den söküp atmaya yetmediği gerçeği, demokrasi ve özgürlük güçleri olarak halklarımıza özeleştirimiz olmalı.

Yaşanan sürecin geçici olmadığı, faşist yapılanma ve uygulamaların yoğunlaşarak süreceği ve topluma karşı saldırılarını arttıracağı açık bir gerçekliktir. Yine, uluslararası güçlerin Türkiyeye yönelik ekonomik, siyasi veya hukuki müdahalelerinin sonuçlarını beklemek, faşist iktidardan seçimler yoluyla kurtulmayı öngörmek, faşizme karşı toplumsal mücadeleyi ötelemek anlamına gelecektir. OHAL rejimiyle Türkiyeyi yöneten AKP iktidarı, faşizm koşullarında Türkiyeyi seçimlere götürerek hem siyasal ve toplumsal meşruiyetini sağlamaya hem de iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Demokrasi güçleri olarak bizler, seçimden seçime harekete geçen bir yapı olmaktan kendimizi kurtarabilmeli, ittifak ve ilişkileri seçim zeminine dayalı olmaktan çıkartarak toplumsal muhalefeti örgütlemeliyiz.

Faşizm koşullarında HDK’nin ve tüm demokrasi güçlerinin sorumlulukları artmıştır. Faşizmin tüm saldırılarına rağmen toplum biat etmemiş, tepki ve öfkesini biriktirmiştir. Demokratik muhalefet ve mücadele zemini ve imkanları da her zamankinden fazladır. Türkiye’deki demokratik muhalefet dinamikleri yalnızca örgütlü siyasi yapılarla tarif edilecek sınırları aşmıştır. 16 Nisan referandum sonuçlarının da gösterdiği gibi toplumun büyük bir bölümü otoriter rejim inşasına karşıdır. Demokrasi güçleri öncülük görevlerini yerine getirdiğinde bu güç daha da büyüyecektir. Bu tespitten hareketle, önümüzdeki mücadele sürecinde örgütlü yapıların birleşik mücadele zeminini oluşturmakla birlikte, aşağıdan yukarıya doğru bir demokratik örgütlenmeyi geliştirmek, yerellerde demokratik platformların örgütlendirilmesine hız vermek, demokrasi cephesini yerellerden merkezi yapılara kadar örgütlemek Genel Kurulumuzun temel kararlarından biri olmaktadır. Bunun için HDK, tüm yerellerde demokrasi platformlarının çeşitli formlarda örgütlendirilmesinde kurucu, ön açıcı ve destekleyici çabalarını büyütecektir.

HDK, süreklileşen ve büyüyen bir mücadele zemini olarak tarihsel rolünü oynayarak, halklar, ezilenler ve tüm toplumsal güçlerin demokratik ve özgürlükçü sistemini inşa göreviyle karşı karşıyadır. Bu mücadele, faşist inşaya karşı Demokratik Cumhuriyeti inşa etmek demektir. Demokratik Cumhuriyet, Türkiye’nin tüm kentlerinde, yerellerinde gerçekleştirilecek demokrasi konferanslarıyla, toplumsal sözleşme çalışmalarıyla, demokratik halk meclisleriyle somut bir mücadele programına dönüştürülecektir.

Sonuç olarak; 8.Genel Kurulumuzu Türkiye ve Kürdistan’dan yüzlerce delegenin katılımıyla coşkulu ve kararlı bir şekilde gerçekleştirdik. Bizler, her türden kötülüğün örgütlendirilmiş hali olan bu bozuk düzene karşı özgür bir yaşam için mücadele ediyoruz. Bize saldıran güçler büyük ve güçlü olabilir ama kesinlikle biz de çaresiz değiliz. Faşizm yıkılacaksa bunu biz başaracağız. Bunun için güçlü ve yeni bir başlangıça ihtiyaç var. Halklarımızın bizden beklediği tarihsel öncülük görevimizi yerine getirmek dışında bir seçeneğimizin olmadığını biliyoruz.

Bizi yalnızlaştırmak, zayıflatmak ve çaresiz kılmak istiyorlar. Buna karşı bir arada durmalı, güçlenmeli ve çözümümüzü yaratmalıyız. Bize özgürlükten vazgeçmeyi, biat etmeyi, boyun eğmeyi dayatıyorlar. Buna karşı sözümüz çok net;

Faşizme Karşı Birlik Demokratik Cumhuriyet İle Özgürlük!

Meclislerle Demokrasiye, Demokratik Cumhuriyetle Özgürlüğe!”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu