GüncelManşet

BİR PARTİZAN YAZDI | Bir “rehabilite aracı” olarak TEK TİP ELBİSE dayatması

Tutsakevleri tarihi sınıf mücadeleleri tarihi kadar eskidir dersek abartmış sayılmayız. Her toplumsal sistemde egemenliği elinde bulunduranların sınıfsal niteliğine göre bir yönetme biçimi olagelmiştir. Dünyanın değişik coğrafyalarında biçimlerde farklılık olsa da özü birbirine yakın ya da aynıdır. Yaşadığımız coğrafyada da egemenliği elinde bulunduran sömürücü sınıflar, sınıflar mücadelesinin seyrine göre bu alanda bulunan güçleri çeşitli dönemlerde farklı metod ya da yöntemlerle bugüne kadar yönetegelmişlerdir. İktidara egemen olan burjuva-feodal sınıflar, bir avuç azınlığa dayalı iktidarlarını sürekli kılabilmek için toplumun ezici çoğunluğunu çeşitli baskı ve şiddet araçlarıyla sürekli bir tahakküm altında tutmanın gayreti içinde olmuşlardır.

Sistemlerinin demokratik ve insani olmayan yapısı, ezilen sınıfların neredeyse sürekli sistemli bir muhalefet olarak varlığını ortaya çıkarmıştır. Baskı ve zora dayanan iktidar yapıları, muhalif emekçiler ve tüm mazlumları ellerinde tuttukları yasama, yürütme, yargı mekanizmalarıyla çeşitli biçimlerde sindirmeye, teslim almaya ve teslim alamadıklarını da en insani olmayan yöntemlerle imhaya kadar vardırmaları onların bir yönetme klasiği olagelmiştir. Bu klasik yöntemlerin en acımasız uygulandığı yerlerin başında tutsakevleri gelir.

Bu baskı, sindirme ve yok etme politikalarının hangi dönemde nasıl uygulandığını ele alıp işlemek uzunca bir anlatımı gerektirdiğinden biz yeniden güncel hale getirilen tutsak evlerinde Tek Tip Elbise (TTE) özelinde konuyu özetlemeye çalışacağız.

Egemenlerin kendinden olmayan her sınıf ve tabakaya uyguladıkları baskı politikası ezilen sınıfları kimi zaman kitleler halinde, kimi hallerde de birey ya da guruplar olarak sisteme muhalif olmalarım sürekli kılmıştır. Egemenler bu muhalif olmak üzere toplam yatak hareket ya da gurupları dışarı da boyun eğdirip teslim alamayınca, ağır işkenceli sorgu süreçlerinden sonra bazen kitlesel, dönem dönemde guruplar halinde bir ezme ve sindirme aracı olarak kullandıkları tutsakevlerine doldurmuşlardır.

indirBir avuç azınlığa dayanan bizim gibi yarı-sömürge, yarı-feodal karakterdeki zayıf iktidarlar, kendi sınıfsal çıkarlarına göre düzenledikleri yasaların meşruiyetine dayanarak toplumun ezici çoğunluğunu sürekli korku, psikolojik baskı ve çeşitli şiddet araçlarıyla egemenlik altında tutmaktadırlar. Bu araçların en başta gelenlerinden biride tutsakevleridir.

Tutsakevleri, egemenlerin sadece kendi sınıfsal çıkarlarına zararlar verdikleri için tutsak ettiği ve kendi lehlerine göre ceza verip yatırdığı bir mekân değildi bundan sonrada olmayacak. Sistemin ceberrut yapısı bunu kaçınılmaz kılıyor. Zaten egemenlerimizin yönetme tarihinde normal yasal yönetme süreçleri neredeyse istisnayı oluşturuyor. Takrir-i Sukün’ler, Örfi İdareler, sıkıyönetimler ve 2016 Temmuz’undan beri yeniden yaşadığımız Olağanüstü Hal’lerin (OHAL) onların asıl yönetme biçimleri olduğunu, yaşanmışlıklardan ve yaşadıklarımızdan biliyoruz. Bağımlı oldukları emperyalist sistemin kriz ve buhranlarının asıl yükünü yarı-sömürgelerde iktidar olan uşak yönetimlerinin sırtına vurduklarından tarih onları bu insani olmayan sisteme mahkûm etmiştir bir anlamda.

Kapitalist- emperyalist sistem, 70’lerde girdiği derin ekonomik ve siyasal krizlerinin yükünü bizim gibi yarı-sömürgelerin sırtına yıkmak için buralarda halk muhalefetine önderlik eden devrimci-demokrat yapılara acımasızca saldırmıştır. Harekete önderlik eden kadrolarının kimisini çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırmış, binlercesini ağır işkenceli sorgulamalardan sonra tutsakevlerine doldurarak sistem dışı radikal hareketlerin örgütlü yapılarını yenilgiye uğratmıştır.

Hareket, ideolojik yenilgiye uğratamadıkları devrimci ve demokratların önderliğinde 70’lerin ikinci yarısında yeniden toparlanmaya başlayınca bizzat kendilerinin organize ettikleri sivil faşist terörle halk muhalefetini bastırmaya yöneldiler. 12 Mart Askeri Faşist Darbesi’yle tutsakevlerine doldurulan yığınla devrimci, demokrat insanı, gelişen halk yığınlarının mücadelesi sonucunda çıkarılmak zorunda kalınan 1974 affıyla serbest bırakmak zorunda kaldılar. Dünyadaki devrimci-demokrat atmosferin de etkisiyle kısa sürede toparlanan halk muhalefeti, egemenlerin ekonomik ve siyasal krizlerinin yükünü halkın sırtına yıkmasına ciddi engel oluşturunca egemen sınıflar yeni çarelere arar hale geldiler.

 

Örgütleyip halk üzerine saldıkları sivil faşist çetelerle mücadelenin gelişmesini engelleyemeyince yeniden sıkıyönetim ve darbe koşullarını oluşturmak için sansasyonel suikast eylemleri, Maraş vb. gibi büyük katliamlar tertipleyerek halkların can güvenliği korkusunu derinleştirdiler. Bununla birlikte kitleleri tarafsız göstermekte titiz davrandıkları askeri faşist yönetimi kabullenip sahiplenmeye çağırdılar.

Ekonomik ve siyasal krizlerini atlatmak içinde çıkardıkları 24 Ocak soygun kararlarını başta işçi sınıfımızın kararlı grev ve direnişleri sayesinde hayata geçiremediklerinden askeri cunta yönetimini işbaşına getirmek zorunda kaldılar. Halkın can ve mal güvenliğini sağlama yalan ve demagojisiyle işe başlayan Cuntacılar, sınıf bilinci geri kesimlerinin desteğini de arkalarına alarak örgütlü halk muhalefetine karşı pervasız bir saldırı başlattılar. Başta işçi sınıfımızın öz örgütleri olan sendikalar, meslek odaları ve derneklerin kapılarına kilit vurarak halkın örgütlü güçlerini dağıtıp yöneticilerini aylarca süren işkenceli sorgu süreçlerinden sonra tutsakevlerine doldurdular. Milyonlarla ifade edilen gözaltı, yüzlerce işkencede ve gözaltında kayıplar, binlerce sürgün ve perişan hayatlar o sürecin toplumsal belleğinde yer etmiş derin izlerdir.

 

Cuntacıların Boyun Eğdirme ve Teslim Alma Politikası

indir 1İşte bu yoğun saldırı döneminde tutsakevleri coğrafyamız sınıflar mücadelesinin yakıcı bir sorunu olarak toplum gündemine oturdu, on yıllardır da bu yakıcılığını sürdürüyor.

12 Eylül Faşist Cuntası, egemen sınıfların gelişip güçlenen halk muhalefetine karşı geliştirdikleri stratejik saldırının en tepe noktasını oluşturuyordu. Bu saldırılar cuntanın ilk günlerinde direkt olarak insan onur ve haysiyetine yönelen bir biçimde başladı. Diyarbakır, Davutpaşa, Mamak vb. birkaç tutsakevi bu vahşetin ilk uygulandığı yerler oldu. Irkçılık ve şovenizmle beslenen, ceberrut sistemin bekasını esas tema haline getirmiş generaller çetesi işe diret askeri yaptırımlar temelinde başladılar.

Türkleştirmek, Sünnileştirmek ve tekçi sisteme biat ettirmek aslolandı. Bunun ilk aşaması psikolojik hazırlık dönemiydi. Bu hazırlık sürecini kiralık kalemşorları medya aracılığıyla yerine getirmekteydiler. Temel argümanları, devletin büyüklüğü, asla karşı konulamayacağı ve muhalif olan yapıların dış güçlerin maşası olduğu yalan ve demagojisi idi. Bu ağır psikolojik baskı atmosferi ortamında ele geçirdikleri her muhalife poliste ve sorgu yerlerinde yoğun işkenceler edilerek ruhen ve bedenen ezilmeleri sağlandı. Kimi zaaf gösteren unsurlar, devrimci hareketlere karşı bir propaganda aracına dönüştürülerek toplumda inançsızlık ve davaya güvensizlik pompalandı, ihanet, eden kimi unsurlar TV kanalları ve boyalı basının sayfalarında birer kuklalar olarak günlerce yer aldılar.

İnsan onur ve haysiyetini hedef alan bu hayâsızca saldırılara karşı polis süreçlerinden başlayarak tutsakevlerinin en zorlu süreçlerine kadar direnişi sürdürüp, kitlesel mücadeleyi büyüten ideolojik sağlamlığa sahip onlarca militanın önderliğinde tutsakevleri kısa bir zamanda direniş odağına dönüşmüştür.

12 Eylül AFC’sinin bu boyun eğdirme ve teslim alma politikası öncelikle İstiklal Marşı, yemek duası, askere komutanım denmesi ve asker denetiminde spor yapılması şeklinde gündeme gelmişti. Bu uygulamalarından istenilen sonucu alamayan cuntacılar, inceltilmiş uzun vadeli politikalarını devreye soktular. İşkence ve kaba baskıya dayanan uygulamaları sonucunda onlarca devrimci katledilmiş, sakat bıraktırılmış ve işletilmeyen yargı süreçleri neticesinde ağır cezalara mahkûm edilmişlerdir.

Uzun vadeli boyun eğdirme ve teslim alma politikaları öncelikle huzursuzluk yaratma, gerilim çıkarma var olan hakları adım adım geri alma ve örgütlü kitleyi önder kadrolardan yalıtma şeklinde sürdürüldü. Kaynaşma ve dayanışmayı zayıflatmak için sık sık koğuş değişikliği, ziyarete, avukata gidiş gelişlerde tek sıra halinde yürümeye zorlama, çıplak arama ve ters kelepçe takılarak saçların asker tıraşı gibi kesilmesi vb. neticesinde 1983 sonlarına doğru İstanbul tutsakevlerinde gündeme getirilen TTE uygulaması.

 

TTE ve Özel Alan Metris

TTE sadece bir elbise değildi. Öyle olsa devrimciler en kötü elbiseyi giymekle aşağılık kompleksine kapılmazlar. Yukarıda saydığımız teslim alma ve boyun eğdirme politikalarının bir son halkası olarak gündeme geldiğinden buna karşı direnmiş ve bu mücadeleden de başarıyla çıkmışlardır. 1981’de açılan Metris, devrimcilere boyun eğdirme ve teslim almada özel kılınan yerlerden olmuştur.

Askeri yaptırım ve dayatma saldırılarına karşı fiili direnişle başlayan mücadele daha sonraları çeşitli SAG (Süresiz Açlık Grevi) vb. eylemleriyle boyutlanmıştı. 1981 yılı sonlarına doğru 17 gün süren SAG eylemiyle kısmi hız kesen saldırılar, 1982 baharında yeniden üst boyutlara çıkartılarak zayıf unsurlar direniş güçlerinden kopartılmaya çalışıldı.

1982 Nisan-Mayıs ayları içinde sorgu süreçlerini aratmayan, 15 gün kadar süren işkenceli zorla boyun eğdirme saldırısıyla dökülmeler başlayınca zorunlu olarak SAG eylemine başlandı. 28 gün süren bu zorlu eylemlilik sonucunda saldırı dalgası geçici olsa da püskürtüldü. İstenilen başarıyı elde edemeyen karanlığın bekçileri, çareyi yapıların önder kadrolarını yeni açtıkları Sağmalcılar Özel Tip’e sevk ederek geri kitleyi önderliksiz bırakmada buldular.

1983 yılı ortalarında bütün siyasi hareketlerin önde gelen insanlarının büyük gruplar halinde Sağmalcılar’a sevk edilmesiyle birlikte başlayan zorla koğuş değiştirme, asker tıraşı ve çıplak arama biçimindeki saldırılar da yoğunlaştırıldı.

Birkaç ay bu keyfi saldırılara karşı fiili direnişi sürdüren hareketler, daha çok DS’nin SAG ısrarına karşı koyamayarak hep birlikte başta Sağmalcılar olmak üzere tüm tutsakevlerinde SAG eylemini başlattılar. Koşulların yeterince uygun olmadığı ve kamuoyunun istenilen düzeyde hazırlanmadan başlatılan SAG eylemi, idarenin yoğun psikolojik baskılarının da etkisiyle eylemci kitlenin geri kesiminde moral bozukluğu yaratmış, sallantılı olan birçok eylemcinin eylemi bırakmasına neden olmuştur.

Bundan cesaret alan idare, tavize yanaşmayınca kitlenin moral bozukluğu ve dökülmelerini de dikkate alan, bizim de içinde yer aldığımız birkaç yapı SAG eylemini hiçbir hak elde etmeden bırakmak zorunda kalmışlardır. Bu kararı ağır ifadelerle eleştiren DS birkaç saat sonra eylemi bırakmak zorunda kalmıştır. Bu zamansız gidilen ve yenilgiyle biten eylemden sonra idarenin saldırı cüreti artmış, uygun koşulunu beklediği TTE’yi tutsaklara dayatmaya başlamıştır.

Fiili direnişle bu saldırıların geri püskürtülemeyeceğini savunan DS ve TİKB, 1984 yılı baharında Ölüm Orucu ve destek SAG eylemine başlamışlardır. Bu eylem sürecinde işkencehanelerin sembol direnişçilerinden olan M. Fatih Öktülmüş, Hasan Telci, Haydar Başbağ ve Abdullah Meral adlı devrimciler şehit düşmüş, birçok eylemci de sakat kalmıştır. Ödenen bu ağır bedele rağmen idare geri adım atmayınca direniş fiili bir şekil alarak devam etmiştir. Bizim de içinde bulunduğumuz yapılar 1985 yılı sonlarına kadar DS ve TİKB’nin ÖO (Ölüm Orucu) eylemine 1-2 haftalık destek verme dışında direnişi fiili direniş şeklinde sürdürdü. Akabinde direnişçi kitlenin nicel gücünde düşüşlerin çoğalması ve yeni tutsak düşen devrimcilerin birçoğunun TTE giyenlerin bölümünde kalması vb. gerekçelerle, taktik bir hamleyle Metris’te geri çekilmenin gereklerine uygun olarak TTE’nin geçici bir süre giyilebileceği kararı, konseyde çoğunluk onayıyla alındı.

DS ve TİKB ise bu karara uymadı. Bu taktik, yorulan kitleye nefes aldırma, idarenin gerçek niyetini pratikte gösterme ve dışarıdaki destek gücümüz olan aileleri ikna ederek, harekete geçirmeyi hedefleyen bir geri adımdı. Önder kadroların başka tutsakevine sevkleri, yıllara varan fiili direnişin yorarak bağımsızlaştırdığı insan sayılarının direnenleri katlaması ve TTE giymediği için avukat ve mahkemelere çıkarılmadıklarından dolayı ceza alma kaygısıyla elbise giyenlerin gün geçtikçe artması böylesi bir geri adımı devrimcilere dayatmıştı.

ÖO eyleminin ciddi bir hak elde etmeden ağır bedelle sonuçlanmasının böylesine bir geri adım atmadaki rolü de büyüktü. Bu geri adım önerisine karşı çıkan ve direniş güçlerini bölen sol sekter yapıların oldukça kırıcı ve rencide edici yaklaşımları oldu. Belli mücadele biçimlerini fetiş haline getiren bu yapılar, yıllardır proletarya partisi ve onun anlayışı etrafında birleşip mücadele eden güçleri, “baskılara boyun eğdiler”, “TTE giydiler hatta TTE’yi vermemek için direndiler” şeklinde devrimci kamuoyuna anlatageldiler. Bu yaklaşım tam bir tarih çarpıtıcılığı ve kendi tarz ve yöntemini kutsayarak onlar gibi davranmayan herkese tepeden bakma kültürünün somut halidir. Yukarıda da vurguladığımız gibi egemenlerin amacı elbise giydirmek değil tek tipleştirmekti, ötekileştirerek, aşağılık psikolojisine inanç değerlerinden soyundurup bir posaya çevirmektir.

1985 sonbaharında konseyde çoğunluk kararıyla geçici olarak giyme kararı aldığımız Metris’te, “gelen sayım heyetinin önünüzü ilikleyin” istemi reddedilince idare soyunmalarını emretmiş tutsaklar, “sizin önünüzde soyunmayız, sayım heyeti çıktıktan sonra elbiseleri teslim ederiz” demeleri üzerine çılgınlaşan idare işkence eşliğinde elbiselerini toplayıp gitmiştir. Bu nesnel gerçekliği, “oportünistler elbiseleri vermemek için direndiler” diye kamuoyuna açıklama yapan tarih çarpıtıcıları yıllardır abartılı direniş öyküleriyle kendilerini ajite edip durdular.

İstediği amaca ulaşamayan karanlığın bekçileri birkaç ay daha baskı ve sindirme politikalarını sürdürdükten sonra Sağmalcılar Tutsakevi’ndeki tutsakların Metris’e sevkiyle birlikte TTE uygulamasını gündemden geçici de olsa kaldırdılar. 25 Mart 1988 tarihinde proletarya partisi önderliğinde organize edilen ve 29 devrimci komünist tutsağın özgürlüğe kavuşturulduğu özgürlük eyleminden sonra Metris siyasi tutsaklar gururla anılan bir direniş tarihi olarak belleklerdeki yerini aldı. Dışarıda yükselen sınıf mücadelesine paralel gelişen tutsakların özgürlük eylemleri, yönetmede hep sıkıntı yaşayan egemenleri yeni tutsakevleri proje ve uygulamalarını yeniden gündeme getirmiştir. 1 Ağustos Genelgesiyle açılan Eskişehir Tabutluğu, örülen genel direniş ve ödenen bedellerle saldırı geri püskürtülmüştür. 90’lar sonrası izlenen tutsakevleri mücadelesi, dışarıdaki sınıf mücadelesinin iniş ve çıkışlarına uygun bir seyir izleyemediğinden kazanılan bir çok hak kaybedilmiş, yüzlerle ifade edilen ölüm ve ödenen ağır bedele rağmen saldırı geri püskürtülememiş tutsaklar on yıllardır ağır tecrit, izolasyon ve tredman koşullarından kurtarılamamışlardır. Bu ablukanın dağıtılamamasında genel olarak izlenen öznelci bakış açısının ve sol sekter politikaların belirleyici bir yanı vardır. Bu kısa vadeli yaklaşımlardan ders çıkarmak ve uzun vadeli fiili direnişleri esas alarak devrimci onur ve haysiyeti korumak karanlığın koyulaştığı sürecinde aslolanıdır. Başarı, öncelikle tüm sistem mağdurlarının güç birliğinde ve mümkün olduğunca haklılığımızı en geniş kitlelere taşıyıp onlarla mücadelenin büyütülmesinden geçiyor.

TTE’ye Direnmek İnsani Görevdir!

Tecrit Öldürür Dayanışma Yaşatır!

Haklılık Yenilmezdir!

(Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu