GüncelMakaleler

ANALİZ | SEDAT PEKER VE KENDİLİĞİNDECİLİK!

Devrimciler işçi sınıfı ve emekçiler arasında kapitalist sisteme karşı propaganda yaptıkları, kapitalist sistemin işçi sınıfı ve emekçilere, doğaya düşman politikalarını açıkladıkları bunlara karşı bir mücadele örgütledikleri andan itibaren devrimci siyaset işçi sınıfı ve emekçiler arasında yayılmaya başlar ve böylelikle işçi ve emekçiler devrimcilerin programları ile tanışırlar.

Uzun bir süredir, bir zamanlar dahil olduğu kontra-faşist örgütlenmenin uyuşturucu kaçakçılığı, yolsuzluklar vb. ilişkilerine yönelik ifşa ve itiraflarda bulunan mafya lideri Sedat Peker’in açıklamalarının özellikle de Türkiye devrimci hareketi saflarında gerektiğinden fazla önemsendiğine tanık oluyoruz.

Elbette, sisteme dair içerden birilerinin açıklamaları ile elde edilecek bilgilerin yine sisteme karşı verilen mücadelenin bir parçası haline getirildiğinde sonuç vermesi olası olduğu için benzer durumlarda benzer açıklamaları dinlemek, daha önce benzerleri zaten ifade edilen açıklamalar ise önceki bilgilerin doğrulamasını yapmak vb. bakımından faydalı olabilir. Ancak hepsi bu; bundan daha ötesi mümkün değildir! S. Peker’in açıklamalarının gerektiğinden fazla önemsenmesi, devrimcilerin yukarıda ifade edilen bir perspektife sahip olmaktan çok mafya liderinin açıklamaları ile faşist sistemin bir tür yönetme krizi yaşayacağına dair boş inanca ve buna temel olan kendiliğindencilik tehlikesinin ortaya çıkmasına neden olur.

Marksistler açısından herhangi bir yerde herhangi bir zamanda ortaya çıkacak ekonomik, siyasi bir hareketin kapitalist devlete ya da sisteme yönelik bir siyasi krize dönüşebilmesi için bu hareketin sınıf bilinçli devrimciler tarafından devrimci sınıf bilinci ile örgütlenmesi zorunludur. Devrimcilerin hemen her yerde her an hazır bulunmaları yaşamın realitesi gereği pek çok durumda olası değildir ancak böyle olsa bile; devrimcilerin doğrudan kendi örgütledikleri bir hareket ortada olmasa da bir halk hareketi, ekonomik temelli bir işçi hareketi ortaya çıktığında devrimciler hızla bu hareketle ilişkilenmek ve buraya devrimci sınıf bilincini taşımakla yükümlüdür.

Böylelikle ekonomik bir hareket, siyasi ama devrimci sınıf bilincinden uzak bir hareket gerçek anlamda siyasi bir nitelik kazanır ve işte bu noktadan sonra kapitalist sistem açısından bir yönetim krizi doğurmaya başlar. Çünkü artık hareketin dahilinde yer alan işçiler, emekçiler kapitalist sistemin kendilerini dün yönettiği gibi yarın da yönetmesini istememekte buna karşı bilinçlerinin etkisi ile direnç geliştirmektedirler. İşte aslında yığınların devrimci mücadelesi de öz olarak bu direncin ortaya çıkmasına bağlıdır. Bu direnç kitlelerin tarih yapan iradelerinin temelini oluşturur.

Devrimci sınıf bilincinin devrimciler tarafından işçilere ya da halka taşınmadığı durumda ise gelişen her işçi hareketi ekonomik bir hareket olarak kalmaya mahkumdur. İşçilerin ücretlerinin artışı için mücadeleleri devrimcilerin, işçilerin bu ekonomik hareketine siyasal bir bilinç kazandırdıklarında siyasal bir nitelik kazanır ve o andan itibaren sadece kendilerinin ancak tekrar ve tekrar iş üretebilecek kadar geçinmelerine ve yaşamalarına izin veren ücretle sınırlayan patronları (kapitalist) ile yaşadıkları çelişkiyi genelleyebilecekler, belki de “kutsal bir baba” olarak algıladıkları devletin aslında kendi patronları gibi patronların menfaatlerini korumak ve kendileri gibi işçileri ezmek üzere örgütlenmiş bir baskı aygıtı olduğunu kavramalarına varacaktır. Bu noktadan sonra işçiler artık o devlet ve kapitalistler açısından eskisi kadar kolay yönetilemeyeceklerdir. Bu tam anlamıyla sistem açısından bir siyasi krize işaret eder. “Yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istememekte; yönetenler ise eskisi gibi -kolayca- kitleleri yönetememektedir”.

Devrimcilerin işçi sınıfının ve emekçilerin arasında sınıf örgütleri ortaya çıkarması, işçi komitelerini sınıf mücadelesinin lokomotifi haline getirmeleri kapitalist sistem açısından felaket alarmlarının çalmaya başladığını gösterir. Bundan dolayıdır ki; devrimcileri işçi sınıfının içerisinde örgütlenme yapmaktan alıkoymak üzere her türlü ideolojik ve pratik tedbire başvururlar. Asker, polis marifetiyle devrimcilerin sınıftan koparılmasının uzun vadede bir çözüm olmadığını dünya devrimler tarihindeki birçok yenilgisinden burjuvazi de öğrenmiş durumda. Bu nedenle; en az askere, polisiye tedbirlere ayırdıkları kadar daha fazlasını ideolojik olarak devrimcileri işçi sınıfından uzak tutmak için harcamaktadırlar.

Daha Fazla Yoksulluk, Ölüm ve Açlık Halkı İsyan Ettirmez!

Bu ideolojik saldırı beraberinde işçi sınıfının ve onun bilinçli öncülerinin kendi gündemlerine yoğunlaşmak yerine, tali gündemlerin daha ön plana çıkarılması tehlikesini de barındırır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bir mafya liderinin ifşaatlarının gerektiğinden fazla önemsenmesine dahası bu ifşa ve itirafların tek başına faşist sistemde bir siyasi krizi tetikleyebileceği beklentisi içinde olunmasına yol açmaktadır. Bu kendiliğindencilikten başka bir şey değildir.

Lenin’in 1901’de kaleme aldığı Ne Yapmalı adlı eserinde kendiliğindencilik hususunda söyledikleri bugün çokça okuması ve dersler çıkarılması gereken temel olgulara işaret etmektedir. Tam da Lenin’in girişte belirttiğine benzer şekilde sanayi proletaryasının ve genel olarak emekçi halkların kapitalist sistemin dünyada yarattığı açlık, kıtlık, yoksulluk, sel, yangın vb. felaketler ve ortaya çıkan felaketler karşısında işçi ve emekçilerin kaderlerine terk edilme hallerinin yarattığı öfke karşısında devrimci kadroların yaşadıkları bilinç ve irade yoksunluğu sorunu güçlü bir devrimci sınıf hareketinin doğmasının önündeki en büyük engeldir. Bundan kaynaklı bugün ve yarın mücadelenin en önemli kısmını ideolojik mücadele oluşturmaktadır.

Devrimciler işçi sınıfı ve emekçiler arasında kapitalist sisteme karşı propaganda yaptıkları, kapitalist sistemin işçi sınıfı ve emekçilere, doğaya düşman politikalarını açıkladıkları bunlara karşı bir mücadele örgütledikleri andan itibaren devrimci siyaset işçi sınıfı ve emekçiler arasında yayılmaya başlar ve böylelikle işçi ve emekçiler devrimcilerin programları ile tanışırlar. Devrimcilerin bilinç ve irade yoksunluğu yaşadıkları durumda ise kendileri işçi ve emekçiler arasında kapitalist sistemin işçi-emekçi, doğa düşmanı politikalarını açıklamaksızın salt sistemin işleyişindeki bozuklukların üstelik işçi sınıfı da bu denkleme dahil olmaksızın kapitalist sistem açısından bir işleyiş krizine dönüşeceğine yönelik liberal “umut” beslemeye başlarlar.

Mafya liderinin açıklamalarının böylesi bir kriz doğuracağına inanmanın kendisi de devrimci irade ve bilinçten uzakta durmanın ve dolayısıyla; devrimci sınıf hareketine güven duymanın ve bunun örgütlenmesinin zorunluluğuna değil; olay ve olguların kendiliğindenliğinin, sistemin kendi krizlerinin ve işçilerin kendiliğinden hareketlerinin politik sonuçlar doğuracağına inanmanın tezahürüdür.

İnanılanın aksine ne S. Peker bir zamanlar birlikte hareket ettiği AKP kadrolarının uyuşturucu kaçakçılığı ve yolsuzluk ilişkilerini açıkladığı için sistem bir kriz yaşamakta ne de genel olarak AKP bir yönetme krizi yaşamaktadır. Yukarda anılanları tekrarlayacak olursak AKP’nin gerçek anlamda bir yönetme krizinden bahsedebilmek için devrimcilerin örgütledikleri ya da siyasal bilinç taşıdıkları sınıf ve halk hareketlerinin varlığı zorunludur.

Türkiye’de yaşanan yangın ve sel felaketleri ardından AKP’ye duyulan öfke, siyasi olarak bir manevra yaparak kendilerine yönelen öfkeyi örneğin Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesine ya da genel olarak Kürt ulusuna, göçmenlere ya da işçi- emekçilere yöneltmesiyle farklı biçim kazanacaktır. O halde bu kendiliğinden öfkenin sisteme yönelik bilinçli bir öfke olarak örgütlenmediği durumda bunun bir siyasi kriz doğuracağına inanmak yanlıştır.

Devrimcilerin yangın ve sel felaketleri sonrasında bulundukları her alanda genel olarak kapitalist sistemin doğa üzerindeki yok edici etkisini, özel olarak Türkiye’de AKP ve asalak rant burjuvazisinin Türkiye’de doğa ve insan üzerindeki yok edici etkisini işçi sınıfına ve emekçilere anlatmak üzere sokaklara, fabrikalara, mahallelere yönelmesi gerekir. Bunun dışında bir pratik tutum örneğin yangın ve sel felaketinden dolayı acı çeken halkın acılarının onu sisteme karşı harekete geçireceğini düşünmek tıpkı mafya liderinin açıklamalarının sistem içinde bir yönetim krizi oluşturacağını düşünmeye benzer. Bunun doğru bir tutum olmadığı dahası yanlış bir düşünce olduğu açıktır.

Tarih derin yoksullaşmaların, kıtlık ve açlıkların devrimci temelde bir sosyal değişime dönüştüğünü söylemez. Böylesi kesinlik içeren düz bir ilerleme beklentisi sosyal yaşamın dinamikleri ve çok yönlülüğü ile çelişkilidir. Aksine tarih bizlere kıtlık ve yoksulluğun devrimci bilinç olmadığında başka yoksulları gırtlaklamak üzere halkları gericileştirebileceğini de göstermektedir.

Faşizm de söylem olarak yoksulluklara değinir ve bunları yaratanın kapitalist sistem olmasından çok “ulusu ezen başka uluslar”a yöneltir öfkeyi. Ne yazık ki, devrimcilerin bilinç bulanıklığından doğan siyasi boşluk burjuvazi tarafından doldurulmakta ve kitleler Türkiye’de yaşanan felaketler için sisteme değil diğer uluslara nefret duymaya yöneltilmektedir. Örneğin yangınlar için Kürtler, yoksulluk için Suriyeliler ve diğer göçmenler nefret nesnesi haline getirilerek; sisteme duyulması gereken öfke halkın kendisine çevrilmektedir. Bu olumsuz tablonun tersine çevrilmesi devrimcilerin iradelerini ve bilinçlerini kuşanarak, işçi ve emekçiler arasında siyasi örgütlenme çalışmaları yapmalarına bağlıdır.

AKP’nin mafya liderinin açıklamaları ile siyasi bir kriz yaşamakta olduğu ya da yaşayabileceği gibi boş bir inanca temel teşkil eden kendiliğindencilik, AKP’nin yangın felaketini de iyi şekilde yönetemediğine, bir yönetim krizi yaşadığına da inanmaktadır. Oysa AKP’nin Türkiye’yi yönettiği 20 senelik süreç net olarak göstermektedir ki; AKP öz olarak asalak rant sermayesinin koşulsuz gelişiminin yaratacağı ekonomik koşullardan beslenmektedir ve devamlılığı da yeni rant olanaklarının ortaya çıkmasına bağlıdır.

Öyleyse yangınlara gereken müdahaleyi yapmakta AKP’nin göstermiş olduğu tutumu başarısızlık yahut yetersizlikten çok gönülsüzlükle açıklamak mümkündür. Evet, AKP yangın bölgelerinin yüksek rant potansiyeli içermesinden kaynaklı olarak buralara müdahaleyi geciktirmiş, savsaklamış, hatta kimi yerde hiç müdahale dahi etmemiştir. AKP’nin hizmet ettiği sermaye grupları ve kendisi açısından yangının ortaya çıkardığı sonuç yeni rant olanakları sağlayan arazilerin oluşmuş olmasıdır. Bu gerçeğe rağmen “AKP ormanları koruyacak tedbirleri alamayarak bir yönetme krizi sergiledi” demek her şeyden evvel AKP gerçekliğini anlayamamış olmakla izah edilebilir.

İki Farklı Sınıf, İki Farklı Dünya Görüşü

Devrimciler ile burjuvazi olay ve olgulara aynı yerden bakmazlar. Burjuvazi hemen her durumu -devrimcilerin irade ve bilinç yoksunluğunu da- kendisi için bir kazanıma çevirmenin arayışındayken; devrimcilerin de buna karşıt olarak burjuvazinin ve onun temsilcilerinin hemen her durumda pratikleri ve programlarını işçi ve emekçilere teşhir ederek, burjuvazi ve temsilcilerinden kurtuluşun propagandasını yapmaları gerekir. Devrimcilerin burjuvazinin herhangi bir olaydaki tutumunun özünde onun daha fazla kâr elde etme hırsının kaçınılması mümkün olmayan sonucu olduğunu anlatmak yerine, sistem içerisinde kalmayı kabul etmişliğin bir yansıması olarak olayın gerçekleşmesindeki tutumuna yönelik olarak burjuvazinin ya da temsilcilerinin eleştirilmesi kendiliğindenciliğin, liberalizmin başka yansımalarıdır.

Devrimcilerin sisteme yönelik eleştirileri devrimci tarzda sosyal alt-üst oluşu hedeflemelidir. Diğer halde eleştiri devrimci niteliğini yitirir ve sistemin daha iyi işlemesi için yapılması gereken tavsiyelere dönüşür. Devrimcilerin kapitalist sistemin işlerliğini iyi hale getirmek, onun yaşadığı tıkanıklıkların aşılması için ona perspektif sunmak değil; kapitalist sistemin yaşadığı her sorunu derinleştirerek siyasi bir kriz ortaya çıkarma görevleri vardır.

Örgütsel yenilgiler, Sovyetlerin dağılması ve burjuvazinin ideolojik savaşta elde ettiği mevziler vb. devrimci bilinçte önemli kırılmalar yarattı. Devrimci eleştirinin hedef ve içeriğinin belirsizleşmesi de bunun doğrudan sonuçlarından birisi. Yaşanan bu sorunları aşmak için tekrarlayacak olursak ideolojik, siyasi çalışmalara öncelik vermek zorundayız.

Kapitalistlerin bugün dünyayı yönettikleri kadar kolay yönetememeleri için ortaya çıkan her durumu bir siyasi kriz yaratmanın aracı olarak ele almak; diğer taraftan da sistemin kendi krizlerinin devrimcilerin müdahalesi olmadığında kapitalist sistemi daha da güçlendirecek dinamikleri içerdiğini kavramak; toplumsal dönüşüm için devrimci eylemin belirleyici olduğunun bilincinde olmak, devrimcilerle kendiliğindencileri ya da devrimcilerle liberalleri; devrimcilerle oportünistleri birbirlerinden ayıran temel farklılıklara işaret eder.

Parlamentolarda sınıf mücadelesi için çalışma yapmak ile parlamenter mücadeleyi ana ereği yapan oportünizm arasındaki fark; sistemi devrimci dönüşüm için eleştirmekle kapitalist restorasyon için eleştiren reformizm arasındaki fark; işçi sınıfının devrimci mücadelesinin dünyadaki bütün sorunları üreten kapitalizmden kurtuluş için yegane yol olduğuna inanmakla başka mücadelelerin sınıf mücadelesinin yerine ikame edilebileceğine inanan revizyonizm arasındaki fark aslında kişi ya da grubun gerçekten ne derece devrimci olduğunun yanıtını verir.

Tüm dünyada kapitalist sistemin yarattığı ve kapitalist sisteme rağmen aşılması olası olmayan sorunları derinleştirmek ve siyasi krize çevirmek için Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri arasında siyasi, örgütsel çalışmalara yoğunlaşmak zorundayız. Kurtuluşun gerçekleşmesi başka türlü mümkün değildir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu