GüncelMakaleler

ANALİZ | İşçiler, “Bağımsız” Sendikalarda mı Örgütlenmeli? (1/2)

"Üretim sürecinin yeniden yapılandırılması, özelleştirmeler ve özellikle de Başkanlık Sistemiyle birlikte içine girilen süreç, emek-sermaye çelişkisinde ibrenin sınıfın aleyhine dönmesini beraberinde getirmiştir. Adını koymak gerekir ki, bugün işçi sınıfı hareketinde bir kriz hali vardır."

Pandemi; işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınların daha yoğun bir şekilde sömürülmesi, daha güvencesiz ve esnek, örgütsüz bir çalışma rejiminin kurulması adına “Allah’ın bir lütfu” olarak görüldü sermaye cephesinden.

Uluslararası sermayenin merkezi kurum ve kuruluşları, on yılı aşkın bir süredir hazırlık ve tartışmalarını yürüttükleri ve adına “Sanayi 4.0” dedikleri, işçi sınıfının yapısını bozan, ezilen emekçi yığınlar için daha kuralsız bir çalışma yaşamı anlamına gelen projelerini yaşama geçirmek için aradıkları fırsatı bulmuş oldular.

Sermaye, teknolojide gelinen aşamayı, üretimi yeniden biçimlendirmek ve “ağırlıkları” atmak, tam anlamıyla modern bir kölelik düzeni kurmak için devreye soktu. Henüz uygulama aşamasında olan bu sürecin önümüzdeki günlerde merkez kapitalist ülkelerden bizim gibi geri bıraktırılmış bölgelere doğru hızla yayılacağını öngörmek mümkün.

Sermayenin uluslararası çapta giriştiği bu arayış, 2008’de yakalandığı ve hala bir türlü atlatamadığı krizin bir yansıması. Sermaye, karakterinin sonucu olarak açığa çıkan krizi, üretimi parçalayarak, atomize ederek böylece işçi sınıfını daha “özgür” koşullarda daha yoğun bir şekilde sömürerek kabul edilebilir düzeye çekmeyi hedefliyor.

İngiltere’de uygulamaya sokulan “sıfır saat sözleşmesi” uygulamasında karşılığını bulan, ihtiyaca göre işe çağırma, sigorta vb. herhangi bir yükümlülük olmadan tamamen “kullan at” formülüyle dahası mekânsal anlamda da sınıfın yan yana gelemediği bir rejimi adım adım yaşama geçirmeyi planlıyor. Sermayenin sınıfa yönelik yeni dönem politikalarına dair edilecek ciltler dolusu kelam olsa da, biz burada gidişatın temel köşe taşlarına dair vurgu yapmayı yeterli buluyoruz.

Söz konusu yönelimin coğrafyamızda da, hem de en ağır ve şiddetli biçimiyle hayat bulduğunu ve de bulacağını söylemek yanlış olmaz. Nitekim AKP iktidarıyla birlikte sınıfın ve ezilen emekçi kitlelerin karşı karşıya kaldığı tablo ortada. Dünyada emeğin en ucuz olduğu, “sömürü cenneti” olarak kötü bir üne kavuşan Çin’in, Türkiye’ye yatırım yaptığı koşulları yaşıyoruz.

Açık ki, Türk komprador sermayesi, TC tarihi boyunca böylesine yoğun kârı cunta, savaş koşulları gibi istisnalar hariç elde edememiştir. R.T.Erdoğan tarafından da komprador büyük sermayeye “Bizimle çalışmaya devam edin” önerisi sıklıkla ifade ediliyor ve bu durum sınıfın realitesinden besleniyor.

Türk komprador büyük burjuvazisinin elde ettiği büyük sermaye birikimi, AKP iktidarının “neo-Osmanlıcılık” adı verilen yayılmacı hayallerinin de temel çıkışı olmuştur.

Sınıfın üzerindeki kara gölge…

Madalyonun diğer yüzünde ise sermayenin aksine kazanılmış haklarını büyük bir hızla kaybeden ve adeta bir sömürü cehennemine itilen işçi sınıfı ve geniş emekçi kitleler bulunuyor. Çok eskiye gitmeden söyleyebiliriz ki; 2002’den bugüne gerek nüfus, gerekse de işgücü ve çalışan sayısındaki artışa tezat bir şekilde sınıfın örgütlenme, sendikalaşma düzeyi kar gibi erimiştir. İşçi sınıfı, AKP iktidarının doğrudan koltuk değneği durumundaki Hak-İş ve güdümündeki Türk-İş eliyle bu acı reçeteye razı edildi.

Geçen sürede sınıfın farklı iş kollarında gelişen grev, iş bırakma, fabrika, işyeri işgalleri, hak arayışları ve örgütlenme çabaları büyük oranda başta iktidarın çizgisindeki sendikalar tarafından ya görmezden gelindi ya da bunun mümkün olmadığı koşullarda çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla pasifize edildi, bastırıldı ve bitirildi.

Denilebilir ki; işçi sınıfının madenden limana, tekstilden metale çok sayıda iş kolundaki direnişi büyük oranda, sendikalara rağmen onların uzlaşmacı, patrondan yana tutumlarına rağmen gerçekleşti. İktidarın grevleri yasaklayan, açıkça hedef tahtasına koyan tutumu karşısında sendikaların ehven-i şer politikası, iktidarla iyi geçinerek/anlaşarak sendikal yapıyı ve mevcut statükoyu koruma yaklaşımı, sınıfın dipte biriken öfke ve tepkisinin soğurulmasını ve düzen içine çekilmesini beraberinde getirdi.

Kuşkusuz sınıfın fazla mesaiye, mobbinge, ağır çalışma koşullarına, esnek ve güvencesiz çalışma rejimine karşı mücadelesinde sendikal cephede kimin yanında olmadığını daha kolayca gördüğünü söylemek mümkün. Sınıfın önemli bir kesimi, yukarıda sözünü ettiğimiz sendikaların ve onlara bağlı federasyon ve sendikaların tutumu konusunda açık bir fikre sahip.

Sözgelimi, Türk Metal Sendikası’nın gerek işçinin işyerindeki talepleri gerekse de TİS süreçlerindeki tutumunun neler yapabilecekleri konusunda belirgin bir bilinç açıklığı sunduğunu söylemek mümkün. Sınıfın üzerine kara bir gölge gibi çöken sarı sendikal çizginin, sınıfın örgütlenme dinamiğini en baştan sakatladığı bir gerçek. İşçilerde, olası bir hak alma ve sendikalaşma mücadelesinde sendikaların bir şekilde yahut bir noktadan sonra patronla işbirliği yapacağına dair oluşan yargının temel nedeni de bu. AKP öncesine dayanan bu yargının AKP iktidarıyla birlikte daha görünür bir hal aldığını ve daha baskın bir karakter haline geldiğini söylemek mümkün.

Sermayenin ihtiyaçları belirleyicidir!

Uluslararası sermayenin gemi azıya aldığı, hiçbir ulusal sınır tanımadığı, dizginsiz bir hareket serbestliğiyle azgın bir sömürü sistemini devreye sokmak dürtüsüyle tüm dünyada uygulamaya soktuğu yeni yönelimin Türkiye ayağında siyasi sorumluluk, inisiyatif AKP’ye verildi. Çalışma rejiminin yeniden yapılandırılması, kamunun tasfiye edilmesi ve buraya özel sektörün kuralsız bir şekilde sokulması, işçi sınıfının sendikalaşma oranının düşürülmesi, örgütsüzleştirilmesi ve böylelikle üretim sürecinde sermaye karşısında daha korunaksız hale getirilmesi, Özel İstihdam Büroları eliyle işgücü piyasasının ortaçağ karanlığına teslim edilmesi için rıza üretilmesi görevi komprador Büyük burjuvazi adına AKP’nin olacaktı.

Bu durum başka bir açıdan, devlet aygıtının, ülkedeki üretim süreciyle birlikte yeniden yapılandırıldığını da anlatmaktadır. Üretim ve çalışma rejiminde hedeflenenin gerçekleştirilebilmesi ve korunması adına devlet aygıtı tepeden tırnağa yeniden yapılandırılmış ve re-organize edilmiştir. Yaşadıklarımız, devlet mekanizması ve onu yönettiği farz edilen hükümet-iktidarlar ile sermaye arasında kurulan ilişkinin niteliği hakkında yeterince veri sunmaktadır.

Komprador büyük burjuvazi, taşeronu, göbekten bağımlı olduğu uluslararası sermayenin ihtiyaçları, yönelimi, doğrultusunda yeni bir üretim ve çalışma rejimi için harekete geçmiş, bunu gerçekleştirmek adına da devlet aparatında değişikliğe gitmiştir.

Burada belirleyici olan sermayenin ihtiyaçları ve projeksiyonudur!

AKP-MHP iktidarının kimi zaman TÜSİAD, TİSK ve TOBB ile girdiği polemikler bu gerçekliği karartmamalıdır. Nitekim her yıl Türkiye’nin en zenginleri listesini yayımlayan Forbes Dergisi’nin rakamlarına bakıldığında komrador büyük burjuvaziyi temsil eden holding-şirketlerin kârlarına kâr kattığı rahatlıkla görülecektir.

Üretim sürecinin yeniden yapılandırılması, özelleştirmeler ve özellikle de Başkanlık Sistemiyle birlikte içine girilen süreç, emek-sermaye çelişkisinde ibrenin sınıfın aleyhine dönmesini beraberinde getirmiştir. Adını koymak gerekir ki, bugün işçi sınıfı hareketinde bir kriz hali vardır. (Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu