GençlikGüncel

ANALİZ | Gençlik Hareketinin Bir Yılı Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Boğaziçi, Barınamıyoruz ve Gençliğin 3 Temel Dinamiği

Çünkü devrimcilik, toplumu ileriye taşıyacak olan, devrimi gerçekleştirecek olan bütün toplumsal kesimlerin içerisinde yer almayla, onun sorunlarına devrimci bir tarzda çözüm aramayla alakalıdır.

Yeni bir yıla başlarken, gençlik hareketinin bir yıllık sürecine, bu süreçte irili ufaklı öne çıkan kimi meseleleri yeniden gözden geçirmek, yeniden hatırlamak, önümüzdeki bir yılın faaliyetini örmek için de önemlidir.

Bu nedenle 4 Ocak tarihinde başlayan ve öyle ya da böyle gençlik hareketine yeni bir soluk taşıyan, gençlik hareketinin Boğaziçi sınırlarını da aşan yeni bir enerjiyle buluşmasına vesile olan Boğaziçi Direnişi’nden başlamak yerinde olacaktır. Nitekim Boğaziçi Direnişi, bu bir yıllık süreç içerisinde farklı odaklanmalarıyla sürekli hareket halinde olan bir içeriğe sahiptir.

2 Ocak 2021 tarihinde Melih Bulu’nun kayyum rektör olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne atanması başta Boğaziçili öğrenciler ve akademisyenler olmak üzere tüm gençlik kesiminin öfkesi ve tepkisiyle karşılaşmıştır. Bu dönemde pandemi nedeniyle üniversitelerin kapalı olmasına karşın, başta Boğaziçi’nde olmak üzere birçok üniversite bu adaletsizliğe karşı harekete geçmiş ve gençlik açısından ele alacak olursak uzunca bir sürenin sessizliğinin ardından gençlik yeniden eyleme dönmüştür.

Boğaziçi Direnişi’nin kısa süre içerisinde kitleselleşmesi ve toplumun tüm kesimlerinin bu direnişin dolaylı ya da dolaysız desteğini sunması elbette Türk devletinin kayyum politikalarıyla doğrudan ilgilidir. Darbeci ve faşist zihniyetin son dönemlerde kayyum politikaları üzerinden kendini net bir şekilde gösteriyor olması, T. Kürdistanı’ndaki uygulamalarla başlayıp ülke yönetiminin bir parçası haline getirilmesi kayyuma karşı verilen mücadeleyi de dar yerlere hapsolmaktan çıkartmıştır. Kapsayıcı bu politika, yani kayyumun sadece Melih Bulu’dan ibaret olmadığını hatta daha önemli bir şekilde kayyum uygulamalarının, Kürt halkının haklarına dönük saldırıların temel bir parçası haline getirilmesini gören yaklaşım, hareketin hızlıca genişlemesinin de önünü açmıştır.

Bu noktada, geniş politik siyaset, zengin içerik ve argüman ve en temelde de eylemde birlik Melih Bulu’nun üniversitedeki sonunu getirmiştir. Nitekim bunun yerine Naci İnci kayyum olarak atanmıştır. Daha dişli ve saldırgan olan kayyum rektör Naci İnci’nin de er ya da geç üniversitedeki sonu, halefi olduğu Melih Bulu gibi olacak olsa da toplumsal dinamiğin bunu gerçekleştirmek için biraz daha zamana ihtiyacı olduğu muhakkaktır.

Boğaziçi direnişinin genişçe bir döneminde politik anlamda kapsayıcı bir dil, kendi dışındaki sorunları da gören bir dil tutturulmuş olsa da eylemsel pratik dar sınırları ve kimi ezberleri ne yazık ki aşamamıştır.

Olay bir noktadan sonra, bireyselleştirilmiş, kolluk, ÖGB, Kayyum ile hali hazırda politikleşmiş öğrenciler arasındaki bir meseleymiş gibi ele alınmış ve bu durum aşılamamıştır. Halbuki, aynı kitle sonu gelmeyen ve nereye ilerleyeceği çok da kestirilmeyen tekrar tekrar yapılan aynı eylemler yerine, öğrenciler arasında daha kalıcı örgütlenmeleri oluşturabilmek adına enerji sarf edilebilirdi. Böyle olmayınca aslında eylemlere katılım da sahiplenme de günden güne azalmış oldu.

Nitekim son süreçte iki arkadaşımız, Berke ve Perit kayyum rektör Naci İnci’yi protesto ettikleri için tutuklanmışlardır. 7 Ocak tarihinde görülecek olan mahkemeleri öncesindeki süreçte tutsak arkadaşlarımız yeterince sahiplenilememiştir. Bu gerçeklik aslında çalışmaların geldiği noktada bizi şaşırtmamaktadır.

Bu açıdan, sorunun devasa, ezici çoğunluk ile bir toz zerresi kadar olan azınlık arasındaki bir sorun olduğunu görerek ve çoğunluğu mücadele saflarına kazanmak için doğru siyaset ve eylem taktiğini hayata geçirmek uzun vadede kazandırıcı olacaktır. Olayları kişiselleştirmek, bireyselleştirmek hali hazırda açığa çıkan güç ile aynı şeyleri yapmak kazandırıcı olmamaktadır.

Nitekim sistemin saldırıları, emeğe dönük saldırıların izdüşümleri gençlik cephesinden ilk olarak “barınamıyoruz” haykırışıyla duyulmuştu. Koca bir pandeminin arkasından gençlik derin bir yoksulluk, hayat pahalılığı ve barınma sorunuyla merhaba demişti eğitim hayatına.

Mücadele edip kendi ellerimiz ve kanımızla kazanmadığımız sürece bizim için gitgide karanlıklaştırılan geleceğe daha adım atmadan gençlik, günümüz yaşamının olanca zorluğuyla karşı karşıya kaldı. Buna karşı ülkenin birçok noktasında irili ufaklı eylemler yapıldı ve aslında temelde yine aynı sorunla karşılaştık: Bu sorunu en derinden yaşayan toplum hala genel olarak kendisini hareket içerisinde ifade etmemektedir. Hakkını aramamaktadır.

Doğal olarak bu durumda bize düşen, olabildiğince gitmek… Kitleler arasındaki çalışmamıza doğru noktalardan yeniden başlamak ve buna hız vermek.

Uzunca bir süredir, genel bir harekete, genel bir direnişe, sokağın kabarıp taşmasına ortam belki de hiç bu kadar hazır olmamıştır: Köylüler, işçiler, küçük üretici-esnaf deyim yerindeyse kan ağlamaktadır; Kürtler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençliğin her kesimi haksızlık, adaletsizlik, katliam, saldırı cenderesinde boğulmak istenmektedir.

Ne yapmak gerekir?

Öğrenci gençlik ve işçi gençlik içinde olmak, bunun ikisinde ayrı ayrı değil her ikisinin de içerisinde aynı anda olmak gençlik mücadelesinin kazanımı, politikleşmesi iktidarı alma mücadelesinin bir parçası haline gelmesi bu bağlamda devrimci çıkışı için oldukça önemli bir yerde duruyor.

Ve tarihsel anlamda da farklı nüanslarla zenginleşen ve birbirinden ayrılan gençlik içerisindeki iki mücadele alanının ideolojik, siyasal ve yaşamsal olarak birbirine bu kadar çok yakınlaştığı ender bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Düşmanın, komprador burjuvazinin, emperyalist tekellerin ülke halkına, topluma dönük saldırılarını tek yönlü olarak değerlendirmemek gerekir. Bizi yoksullaştıran, geleceksizleştiren her saldırı eğer doğru ve devrimci bir tarzda okunabilirse, bu saldırılar farklı toplumsal kesimleri bir araya getirecek, sorunları itibariyle ezen sınıflar karşısında son derece ortaklaşmış olan konumlarını biraz daha netleştirecektir.

Ancak süreç iyi okunamazsa, halka dönük saldırılar, günden güne emeğinin payına düşeni azaltan saldırılar doğru, derinlemesine ve devrimci bir tarzda okunmadığı sürece halkın, topyekûn ezilenlerin lehine bir süreç işletemeyiz. Amiyane tabiriyle; “bırakınız yoksullaşılsın, para değer kaybetsin, bu halkın aklı başına ancak böyle gelir ve böylece mücadeleye girişir” ve benzeri ya da özünde aynı fikre dayanan kendiliğindenci yaklaşımlar, üstencildir ve ezilenlerin lehine hiçbir şey yaratmaz.

Bu yaklaşım sonunda ezen asalakların, emperyalist şirketlerin ceplerinin daha fazla ve daha hızlı dolmasına dolaylı olarak yardım etmekten başka bir şeye yol açmaz. Yoksullaştırma kapitalizme içkin bir şeydir ve bu nedenle tek başına bu olursa büyük sermayedarlar dışında hiçbir güç kazanamaz. Ancak, yoksullaştırmanın-mülküzleştirmenin kapitalist üretim ilişkileriyle, bunun toplumsal izdüşümleriyle bağı iyi anlatılabilir, buna karşı nasıl örgütlenmelerle karşı konulacağı iyi özümsenebilir ve günümüz koşullarında herkese değil toplumun doğru kesimlerine ulaşmayı ve onları devrimcileştirmeyi, onlarla birlikte yeniden devrimcileşmeyi bırakmaz ve buna odaklanır, “sessiz”, “sakin”, “dipten” ama istikrarlı, canlı ve dinamik çalışırsak süreci ezilenlerin lehine çevirebiliriz.

Ülkede elbette olay yalnızca emeğe dönük saldırılar parantezinde bitmiyor. Ezen ulus burjuvazisinin saldırılarının yansımalarından biri olan ulusal sorun ülkenin en temel meselelerinden biri. Ve hatta Kürt gençliği, emeğe dönük saldırıların dışında bir de ait olduğu ulusa dönük saldırılarla da sömürülmekte, kimliksizleştirilmeye çalışılmaktadır. Bununla beraber, soluksuz, kesintisiz ama inişli çıkışlı dinamik bir mücadeleyi yürütmektedir.

Tüm bu nedenlerle esas itibariyle, gençlik içerisinde genel manada birbirinden ayrılabilecek olan bu üç toplumsal kesimin sorunlarıyla uğraşmayan, aynı anda hepsinin içerisinde yer almaya çabalamayan gençlik hareketi ideolojik anlamda geriliyor demektir. Bu sorunların herhangi birini alıp -burada ulusal dinamikli örgütlenmeleri meselenin özgünlüğü nedeniyle yine de nispeten dışarıda tutmak lazım- diğerlerine gözlerini sıkıca kapayan örgütler boş yere kendilerine güzel sıfatlar bulmaya çalışmasınlar.

Çünkü devrimcilik, toplumu ileriye taşıyacak olan, devrimi gerçekleştirecek olan bütün toplumsal kesimlerin içerisinde yer almayla, onun sorunlarına devrimci bir tarzda çözüm aramayla alakalıdır.

Yeni Demokrat Gençlik olarak biz de, bugün “Geleceği Zenginlere Yedirmeyeceğiz”, “Geleceği Kayyumlara, Patriyarkaya, Heteroseksizme yedirmeyeceğiz” derken bu noktaları işaret ediyoruz. Bugün ki çalışmalarımızı da gençlik kesimine doğrudan dokunabilecek formatlarda ele almaya çalışıyor ve böyle hayata geçirmeye çabalıyoruz. (Yeni Demokrat Gençlik)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu