GüncelManşet

Suzan’a… Daima bizimlesin!

Kafamda tam olarak Suzan’ı nasıl anlatmalıyım sorusunun yanıtı olmadığı için biraz karışık, biraz bölük pörçük olabilir. Yazdıkça toparlarım sanırım… Öyle umut ediyorum…

Suzan’ı anlatmak… Zor… Hem zaten tanıdığın birinin artık olmaması duygusu, onu anlatırken en yalın, en sade, en doğru, en objektif olmak gerektiği hissi ve hem de Suzan’ın özgün yanları onu olduğu gibi anlatmayı zorlaştırıyor.

Uzun bir süredir tanıyordum Suzan’ı. Aslında onun mücadele yaşamına bakıldığında pek de uzun sayılmaz. Çünkü uzun yılların emekçisi Suzan ve onu çok daha uzun zamandır tanıyan o kadar çok insan var ki! Ama bizimki de az sayılmaz! Bir ara ILPS’de birlikte çalıştık, sonra da gazetede.

İLPS sürecinde Suzan’la birlikte birkaç yoldaş daha vardı bu çalışmanın emekçisi olan. Yeni bir çalışma olduğu için hem avantaj hem de dezavantajlı yanları vardı. Çalışma yeniydi ve kalıplaşmış anlayışlar vb. gibi bir zorluk olmayacaktı ama diğer yandan darlaşması ve sadece “bizim”le sınırlı kalması gibi bir handikap da söz konusuydu. Suzan’ı o zamanlarda kurum için yeni tutulan büronun içinde oradan oraya koşuştururken, düzenleme yaparken, oradan buradan toplanan (hatta kendisinin de topladığı) ya da kimisini yeni aldığımız eşyaları ileriki etkinlikleri düşünerek dizayn etmeye çalışan haliyle hatırlıyorum. Çalışma masası ve sandalyeler girişe, bilgisayarlar da… İçerdeki odaya da kitle ya da kurum toplantıları için bir büyük masa ve sandalyeler.

Gün geçtikçe yeni ihtiyaçlar çıkıyor, büronun şekli sürekli değişiyordu (en azından ilk dönemler). Yeni eşyalar geliyor, yerler değiştiriliyordu. Suzan sanırım bu konuda en emek harcayan kişi idi. Gerekli olan eşyaların bir kısmını evinden toplayıp getiriyor ve büronun ihtiyaçlarını asgariye indirmeye çalışıyordu. Bu taşıma hali bir kısmımız için büronun acil ihtiyaçları giderildikten sonra sona erse de Suzan için hiç sona ermedi. Evinden büronun olduğu Aksaray’a olan mesafenin uzunluğuna aldırmadan özellikle yemek meselesi ile ilgili büroda zaman harcamamak için evde yaptığı yemeklerden getirirdi. Sanırım bunda etkili olan sadece zaman harcamamak değil orada faaliyet yürüten yoldaşlarının pek iyi ve çeşitli yemek yiyemediğini düşünmesiydi.

Suzan, “farklı” ya da daha doğrusu “farklılık sahibi” olmak istemezdi. Kendisinin yiyebildiğini arkadaşlarının da yiyebilmesini, kendisinin giyebildiğini arkadaşlarının da giyebilmesini isterdi. Sadece İLPS’de değil gazetede çalışırken de arada bir bütün gazete çalışanlarını evine çağırır ve deyim yerindeyse herkese ziyafet çekerdi, çevresindekilerin ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı.

Gazete bürolarından yoldaşların geldiği ve birlikte iki-üç günlük toplantılar yapıldığı dönemlerde Suzan’ın çabası ve emeği görülmeye değerdi. Toplantının ardından “hep birlikte pikniğe gidelim” der demez Suzan telefonla yeri ayarlamış olurdu. Sonra bütün hünerini gösterir ve toplamın neredeyse tamamına yetecek kadar yemeğin yapımını, pikniğe gidişi, programı vb. üstlenirdi. “Geri kalan kısmın” yapımını ise bize bırakırdı.

Bu döneminde tanık olduğum ama aslında yaşamının tamamına damgasını vuran özelliği sadelikti Suzan’ın. Yaşamı, düşünceleri hepsi alabildiğine sade idi. Yaşam koşullarımız ileri düzeyde olmamasına rağmen üstüne başına, yediklerine ve yedirdiklerine dikkat eder, çeşit yaratır, nerede en ucuzu var diye araştırırdı. Pendik pazarı mesela… Üstünü başını, evin ya da kurumların ihtiyaçlarını, gıda vb. ihtiyaçları buradan karşılar ve birisi bu eşyaları nereden aldığını sorduğunda hemen pazarı tarif eder ve propagandasını yapardı. Saç kesimi de yapabiliyordu. Mesela onu tanıdığım süre içinde saç kesimi için artı bir para ödediğine tanık olmadım hiç. Modelin biraz eskilerde kaldığı gibi takılmalarımıza rağmen kendine yakışanı biliyor ve saçını kendisi kesiyordu.

 

suzan zengin2Suzan demek, yaşamı pratiğe geçirmektir

İLPS yeni bir çalışma demiştim ya yukarıda. İlk zamanlar kuruma gelir yaratma anlamında sıkıntılı dönemler yaşıyorduk. Ek işler vb. programlar da yapılıyordu, tartışılıyordu en azından. Ya da büyük miting ve organizasyonlarda neler satabiliriz diye düşünüyorduk. Örneğin su, ekmek arası bir şeyler vb. Suzan bu konuda da oldukça yaratıcı idi. 1 Mayıs öncesi yine sıkışık günlerimizdeydik. Mitingde sandviç satalım fikri çıktı ortaya. Böyle durumlarda bazen fikir ortada kalır ya. Ama Suzan vardı ve öyle olmadı. O pratiği yaşama geçirmekti. Suzan birlikte faaliyet yürüttüğü bir yoldaş ile bütün gece çalışarak hatta eşi ve oğlunu da çalışmaya dahil ederek 1 Mayıs için sandviçleri hazırlamıştı. 1 Mayıs mitinginde halimiz görülmeye değerdi. Elinde sandviçler, bizim korteji hatta ayarladığı seyyar araba ile bütün kortejleri dolaşıyordu Suzan.  

Paraya ne zaman ihtiyaç olsa Suzan ne yapar eder en azından bir miktarını bulup buluşturup getirirdi. Bu gazete çalışmasında da böyleydi. İçi köylü (şimdi Özgür Gelecek) gazetesinin Kartal bürosunda çalıştığında da en azla geçinmenin ya Kartal’ın ya da merkez büronun bir ihtiyacını gidermenin hesabını yapardı. Kartal’dan artırıp merkez büroya aktarım meselesinde hepimizden daha ilkeli idi. Bizim bugünlerde dahi hala tartıştığımız ve kimi yerlerde bir adım dahi atamadığımız yayınların ücretinin merkez büroya dönmesi meselesinde duyarlı, ilkeli ve uyarıcı idi. Gazete parasının ihtiyaçlar (ne için olursa olsun) doğrultusunda harcanmış olması durumunda eleştiriyor ve bu pratiğin ortadan kalkması için çaba sarf ediyordu.

Yaptığı işlerde ısrar sahibi olduğu yukarda anlattıklarımdan da anlaşılıyordur. Bir karar aldığımızda onun hayata geçmesi Suzan için önemli idi. Alınan ve sonrasında koşullar vb. nedeniyle yaşama geçmeyen/geçirilmeyen pratiklere neredeyse alıştığımız bir zamanda Suzan hiç öyle değildi. Şartları sonuna kadar zorluyor, kafa yoruyor ve emek harcıyordu. O işin olur hale gelmesi için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı. Emek harcama konusunda bir sınırı yoktu. İşleri büyük-küçük diye ayırmazdı. Dedim ya, ayrıcalıklı olmayı sevmezdi diye. Yapabileceği ve yapamayacağı işler diye bir ayrımı yoktu. Herkesin yaptığını o da yapardı, yapmak isterdi. Hatta bunu abarttığı zamanlar bile oluyordu. Kendi küçük arabası ile gazete almaya geldiği zamanlar gazete paketlerinin arabaya doldurulması sırasında bir türlü yerinde duramazdı. Durduğunda da zaten, sanki işi kendisi yaparmış gibi terlerdi. Bu, o ara yardım edemediği için duyduğu rahatsızlıktandı sanırım.

Kendisi büyük-küçük iş ayırmaz, tembellik yapmaz ve ısrar sahibiydi ya, başkalarında bunların tersi özellikler gördüğünde müdahale etmeden de duramazdı. Örneğin tembellik Suzan’ı deyim yerindeyse çileden çıkarırdı. Faaliyet alanlarında birlikte çalıştığı ya da büroya gelip giden arkadaşlar içinde tembellik eden, bol keseden atan ama iş pratiğe geldiğinde atış hızı zayıflayan kişilere karşı tavizsizdi. Belli yöntemleri vardı, mesela gelenlerle birlikte hemen bir işi organize etmeye çalışırdı. Bir mitingde satılmak üzere sandviç mi yapılacak, orada kim varsa birlikte yapılırdı. Dağıtıma mı çıkılacak o an orada kim varsa birlikte çıkılırdı. Bir haber var, o muhabir olarak katılıyorsa o an bürodaki okurların da katılımcı olmasını sağlıyordu. Diyelim ki hapishanelerdeki hak ihlalleri ile ilgili bir kurumun açıklaması var. Suzan muhabir olarak katılıyor, diğer arkadaşlar da neden katılımcı olmasın ki?

Etrafında “topladığı” özellikle Kartal bölgesinde bizim arkadaşlardan oluşan bir ekip vardı.  Kurumların giderlerinin karşılanması, eylemlerin organize edilmesi-katılım, büronun o olmadığı zamanlarda açılması için bu arkadaşları harekete geçirir, eylemlere katılımlarını sağlar ve onlarla irtibatı kesmezdi. Bu anlamda Kartal bölgesindeki çevremizin oluşumu ve korunmasında çok önemli bir etkisi olduğunun altını çizmeliyim.

 

suzan zenginDevrimci gazetecilik ve Suzan…

Yine gazetede çalışırken yürüttüğü muhabirlik görevini gerçek anlamda hayata geçirdiğini belirtmeliyim. O bölgede (ki Gebze’yi de içine alan oldukça geniş bir bölge) nerede bir haber, etkinlik, işten atma, hak gaspı vb. haber değeri taşıyan bir durum varsa Suzan anında oradaydı. Fotoğraf makinesi ve kayıt cihazını yanından ayırmazdı, bir de gazetesini… Gittiği direnişlerde mutlaka olumlu ilişkiler kurardı. Haberleri bir kez yapınca unutmaz, devam ettiği süre boyunca takip ederdi. Daha önce işçi çalışmasıyla da ilgili olduğu için direnişlerin olumlu sonuçlanmasının ve takip edilmesinin önemini, bunun işçilerde yaratacağı güveni bilirdi. Ayrıca “bir kez yazdım gazeteye, işim bitti” diye bakmanın devrimci bir bakış açısı olmadığını da vurgular ve pratiğinde gösterirdi. Kazanımla sonuçlansın ya da sonuçlanmasın her iki durumda da asıl olan devrimcilik görevini unutmuyor ve süreci devam ettiriyordu. Sadece haber yapmaya değil direnişleri ziyarete gidiyor, yanlarından geçerken uğruyor, bir selam veriyor, hal hatır soruyor ve gazete bırakıyordu.

Politik çalışma noktasında da Suzan’ın olumlu anlamda örnek alınması gereken bir yoldaş olduğunun altının çizilmesi gerekir. Okuma ve yazmaya olan ilgili idi. Mesela gazeteyi ince ayrıntılarına kadar okurdu. Kitap okumaya özen gösterirdi. Devrimci olduktan bir süre sonra birçoğumuzun düştüğü “yeterlilik” durumuna düşmemişti. Daha önceden okuduğu romanlarla birlikte kimi zaman tekrar ustalar ve klasikleri de okumaya çalışırdı. Bu anlamda gazetede çalışmak onu mutlu ediyordu. Kendisini daha iyi ifade edebileceğini, okuyup-yazıp-tartışma imkanı yakalayabileceğini düşünüyordu. İstediği düzeyde olmamıştır belki ama bu imkanı yarattığı da söylenebilir. Kimimize göre “kısa, önemsiz” bir haberi yaparken dahi o haberin geçmişine, nasıl ortaya çıktığına, şu anki durumunun ne olduğuna dikkat ediyordu. Yaptığı haberlere bu anlamda özen gösteriyordu. Sadece “şu gün, şurada, şu oldu, şu, şunu dedi” haberleri yapmıyor, önce meseleyi anlıyor sonra da mesajı en iyi verebileceği şekilde haberi yapıyordu.

Özen demişken; aynı zamanda imla kurallarına da dikkat ediyordu. Kimi yoldaşlarımız haberin esasını hatta iskeletini denilebilir gönderdiğinde büyük ve önemli işler yaptığını düşünürken o, noktasından virgülüne ara başlığına kadar tamamen kendine ait haberler yapıyor, yazılar yazıyordu.

Gazete çalışması sırasında bu konuda çok hassas ve dikkati olduğunu söylemeliyim. Haberlerini ve yazılarını zamanında ve özenli yapar, zamanında gönderirdi. Öyle ki bu özelliği hapishane sürecinde de devam etti. Yani hapishaneye girdiğinde de biz ona tıpkı dışarıdaymış gibi gündem vermeye devam ettik. Her sayının gündemlerini belirlerken Suzan için de bir başlık açıyor ve ona da bir gündem veriyorduk. O da hapishane koşullarında yapılabilecek olanın en iyisini yapmaya çalışıyordu. Bu konuda aksamaların olduğu zamanlar bunun Suzan’dan değil hapishane idaresinden, uygulamalardan kaynaklandığını biliyordu herkes. Çünkü Suzan’ı tanıyanlar onun aldığı bir görevi hele de böyle bir görevi aksatmayacağını biliyordu. Hapishanede kaldığı zaman boyunca bu durum hiç değişmedi. Yani Kartal’daymış gibi haber ve yazı yazmaya devam etti. Hapishaneden yazı neyse de haber nasıl olur demeyin! Adli tutuklular arasında yaşanan bir kavga, içerdeki bir çocuğun durumu vb. haberler yapıyordu bize Suzan. Hatta Suzan’ın yazılarında bir gecikme olduğunda “Suzan bu sayı gündemlerini geciktirdi” diye ancak dışarıdaki birine söylenebilecek bir cümleyi kurabiliyorduk. Çünkü o, bu konuda tıpkı dışarıdaymış gibi çalışıyordu.

Ayrıca tüm gelişmelere yoğunlaşmak ya da önüne ne gelirse okumaktan ziyade politik çalışmayı güncelden koparmayan ve birlikte ele alan bir yaklaşıma sahipti. Özellikle yoğunlaştığı konu başlıkları arasında emperyalizm ve anti-emperyalist mücadele, dünya deneyimleri gibi konular vardı. İLPS’de faaliyet yürütmenin ve bir dönem yurtdışında bulunmuş olmanın da bu konuları seçmesinde etkisi vardı. Ama genel olarak sınıf mücadelesinin tüm sorunlarına yoğunlaşırken bir parçada uzmanlaşmanın örneklerinden birisi olmuştur diyebiliriz. Hem dışarıda hem de hapishane sürecinde yayınlarımızı özellikle bu konuda beslemesi bu çalışma tarzının olumlu yanını göstermektedir.

 

suzan zengin4Sert görünümün altındaki duygusallık ve yoldaşlık…

Suzan, ayrıca ilk bakışta göstermese de tanıyanların bileceği gibi duygusal bir insandı. Onun bu özelliğine ben de ilk başta pek tanık olmamıştım. Hatta sert görünümlü olmasından kaynaklı duygusal olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ama tanık olduğum bir olay (sonrasında olaylar) beni epey yanılttığını anladım.

İkimizin de çalışma arkadaşı olan bir yoldaşımızın kansere yakalandığını yeni öğrenmiştik. O zamanlar kanser hepimiz için daha korkutucu ve kesinlikle ölüm anlamına gelen bir hastalıktı. Ben de ilk duyduğumda yoldaşımızın öleceğini düşünmüştüm. Sonrasında büroya bu ruh haliyle geldiğimde Suzan’ı gördüm. Merakla doktorla olan görüşmemizin ayrıntılarını bekliyordu, sordu hemen. Ben kanser deyince yüzünün aldığı şekli ve gözyaşlarını tutamayışını hiç unutmuyorum. Ağlamamak için kendini tutmasına rağmen bunu yapamıyor, bir yandan ayrıntıları öğrenmeye çalışıyor diğer yandan da hem bize hem kendine moral vermeye çabalıyordu. Dudaklarından “erken teşhis durumunda…”, “meme kanserinin tedavisi daha kolay…” gibi cümleler kendiliğinden dökülüyordu. Belki de en çok tartıştığı arkadaşlardan birisi idi hasta olan yoldaş ama bu önemli değildi. Sonrasında da sık sık Suzan’ın bu mesele gündeme geldiğinde gözlerinin dolduğuna tanık oldum. Kimi hasta olma durumları karşısında genelde ilk anki duyarlılığımız kaybederiz ya, Suzan öyle değildi. Hasta olan yoldaşa ilgisi tedavi boyunca sürdü.

Unutmadığım başka bir sahne de keyfi yerinde olduğunda attığı keyifli kahkahalardır. Biraz “toplu” olduğu için kahkaha attığında bütün vücudu hareket ediyordu ve bir yandan da kesin sigara içiyordu. Çok sigara içmesi onu ve çevresindekileri rahatsız eden bir durumdu aslında. Bu konuda uyarılarımızı dikkate aldığını söylemem zor. Hatta toplu bulunduğumuz ortamlarda dahi içme yanlısı idi ve bazen bunun sorun olduğu zamanlar oluyordu. Ama dediğim gibi o ve sigara; nasıl kayıt cihazı ve Suzan, fotoğraf makinesi ve Suzan, kalem ve Suzan gibi uyuşuyorsa öyle uyuşuyordu sanki. Yani onu ağzında sigara yokken düşünmek bile garip geliyordu tanıyanlara. Hele de araba kullanırken Suzan’ı görmek lazımdı. Özellikle de yanında birisi varsa ve bir şey konuşuyorlarsa Suzan bir eliyle sigarasını yakar, diğeriyle terini silerdi. Arada konuşmaya, tartışmaya öyle dalardı ki direksiyonu bıraktığı ve önüne değil de yanındakine baktığı zamanlara çokça tanık olmuşuzdur.

Suzan’dan bahsederken bir de kavgacı yönü geliyor aklıma. Bu yönünden bahsetmezsek onu oldukça eksik anlatmış oluruz. Sanırım o da böyle olsun istemezdi. Suzan’ın onunla ilişkili herkesle mutlaka bir kavgası olmuştur. Yukarıda da dedim ya, bir de sert bir görünümü vardı. İlk bakışta insana “çok sert bir yoldaş” izlenimi veriyordu. Duygusal tepkiler verdiği, insanları kırdığı zamanlar da olmuştur, hepimiz gibi. Ancak bunların ardından Suzan bir şekilde sorunu çözmeye çalışıyor ve kendi yöntemleriyle “arayı yapıyordu”. Onun bu yönünü hepimiz seviyorduk, bazı yoldaşlarımız kimi tartışmaların ardından tavır alabiliyor ya da o kişilerden uzak durabiliyordu ama Suzan tam tersi idi. Ne kadar gergin bir tartışma olursa olsun onun kendine has yöntemleri devreye giriyor ve sorun mutlaka çözülüyordu. Yoldaşları ile öyle uzun süreler gergin kalamıyor mutlaka bir şekilde konuşmanın yolunu buluyordu.

Gidişinin üzerinden uzun zaman geçti yoldaş… Her derde deva denilen zaman yokluğuna alıştırmadı bizi/alıştıramadı. Seninle konuşmayı, tartışmayı, faaliyeti planlamayı, gülmeyi ve kavga etmeyi özledik.

Daima bizimlesin…

 

Bir yoldaşın

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu