GüncelManşet

1996 ÖO, SAG Direnişi ve Zaferi’nin 22. yılında; HAPİSHANELERDE DİRENİŞ SÜRÜYOR!

Yılmaz Güney’le yapılan bir röportajda kendisine, “rahat yaşama olanağınız varken, neden direnişle dolu, zorlu bir hayatı seçtiniz?” diye sorulmuştur. Yılmaz Güney de “Ben aslında kolay olanı seçtim, asıl zoru, bunca haksızlık ve zulüm karşısında suskun kalabilmektir” demiştir.

Sinemanın bu değerli ustasının verdiği bu cevap, susmayı bir seçenek olarak görmeyenlerin “yazgı”sını anlatır. Sayısız kahramanlık destanının kesişme noktası bu cevapta gizlidir. Günümüz destanlarını yazanlar da elle tutulur, gözle görülür bu “mucize”leri yaratmayı sürdürüyor. Bu hikayelerin bazıları ise hapishanelerde yazılıyor.

 

Zafere 12 şehitle ulaşıldı

27 Temmuz 1996’da zaferle sonuçlanan ÖO ve SAG direnişinde geçmişe ait kahramanlık öykülerini değil bugüne ve geleceğe dair şeyleri buluruz. 12 Eylül Askeri Faşist Cunta gibi bir şiddet evreni bile ülkedeki devrim ve demokrasi mücadelesinin sesini kesememiştir. Bu zulüm Amed Zindanlarından Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) çıkmasına yol açarken, diğer tüm hapishaneler de sınıf mücadelesinin büyüyüp geliştiği yerler olmuştur.

Yıllardır hapishanelerde devlet tarafından gündemleştirilen ancak devrimci tutsakların direnişiyle geri çekilmek zorunda kalınan hücre sistemine geçiş, toplumsal muhalefetin özellikle Gazi Direnişi ve 1996 1 Mayıs’yla açığa çıkan yükselişiyle birlikte tekrar gündeme getirilmişti. Nitekim, hapishaneleri teslim almadan toplumu teslim alamayacakları düşüncesi egemen sınıf sözcüleri ve ideologlarının temel argümanlarından biriydi o dönemde de. Bu doğrultuda Mehmet Ağar yönetimindeki Adalet Bakanlığı 6 Mayıs Genelgesiyle hapishanelere yönelik yeni bir saldırı dalgası başlatarak Eskişehir Tabutluğunu açtı. 20 Mayıs itibariyle de DHKP-C, MLKP, TKP(ML), TKEP-L, TKP/ML, TDP, Direniş Hareketi ve TİKB davalarından 1500 tutsak açlık grevine başlayarak saldırıyı püskürtme kararlılığını ortaya koydu. Açlık grevinin talepleri şunlardı: *Tabutluk genelgelerinin iptal edilmesi, Eskişehir, Kastamonu, İnebolu, Kırklareli, Kütahya, Sinop ve Sakarya tabutluklarının kapatılması. *Tutsak yakınlarına yönelik saldırıların durdurulması. *Tutsakların tedavilerinin ve duruşmalara çıkmalarının önündeki engeller kaldırılması.” Bu taleplerle başlatılan açlık grevi, 45. günden itibaren Ölüm Orucuna çevrildi. (TİKB, Süresiz Açlık Grevi olarak eyleme devam etti.)

12 direnişçinin şehit düştüğü 27 Temmuz 1996’ya gelindiğinde Eskişehir Tabutluğunun kapatılması kabul ettirilir ve direniş başarıya ulaşır. Bu direniş, bugün hala kavgada olan pek çok gazisi ve sonraki tarihlerde 96 ÖO’na bağlı rahatsızlıklar nedeniyle şehit düşen iki devrimcisi (bunlardan biri Proletarya Partisi şehitlerinden Polat İyit’tir) ile tarihteki yerini alır.

 

Zindanlar direniş mevzisi olmayı sürdürüyor

1996’da kazanılan bu zafer hapishaneler mücadelesinin mihenk taşlarından sadece biridir. Hücre sistemine geçmek, egemenlerin gündeminden kesin olarak çıkmaz elbette. Nitekim 2000 yılına doğru gelinirken F tipi hapishanelerin yapımı tamamlanmaktaydı. F tiplerine geçiş öncesinde hapishanelerdeki saldırılar da tırmandırılır. En son 1999’un 26 Eylül’ünde Ulucanlar Hapishanesi’ne yapılan operasyonda 10 devrimci katledildi. Bülent Ecevit bu katliamın müjdesini ABD’li efendilerine bizzat götürdü. Böylece F tipi hapishanelere geçişin hazırlıklarından olan operasyon ve katliam provası “başarı”yla sonuçlanmıştı.

Aynı dönemlerde hapishaneler genelinde direnişler çoktan başlamıştır. 19-22 Aralık 2000 tarihinde ülke genelinde birçok hapishaneye aynı anda yapılan operasyonlarla tutsaklar F tiplerine götürülürken, geride onlarca şehit tutsak kalmıştır. “Hayata Dönüş” adı verilen bu katliamdan sonra direnişler F tiplerinde büyüyerek sürer.

Hapishanelere yapılan bu kanlı saldırının ve F tipi hapishanelerin görüntüleri, toplumda korku yaratmaya yönelik amaçla, sürekli medya organlarında gösterilir. Yapılan kirli propaganda ile “hapishanelerde devrimcilerin değil devletin borusunun öteceği, örgütlerin bitirildiği” anlatılır. Ama durumun söylendiği gibi olmadığı kısa zamanda anlaşılır. Daha ilk andan itibaren, tecrite rağmen, kolektif yaşam kurulmaya başlar. Bu yeni mekanlar da devrimci üretimin alanları haline getirilir. 122 şehide rağmen F tipleri bu kez kapattırılamamış olsa da devrimci yaşamın sınır tanımazlığı daha güçlü şekilde kanıtlanmıştır. Kısacası ideolojik olarak yine devrimciler kazanmıştır.

 

Toplumun yaşamı hücreleştiriliyor

Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri muhalif sesleri susturamadıkları gibi, ülkedeki tüm kesimlerde tepkiler artarak sürmüş, mücadeleler büyümeye başlamıştır. Faşist saldırıların yanı sıra toplum mühendisliği projeleriyle de tüm muhaliflere savaş açılır. Artık her yer hapishanelere benzetilir. Okullar, yurtlar, toplu konutlar, tatil ve eğlence mekanları, iş yerleri mimari ve işleyiş bakımından hapishaneleri model alır. “Güvenlik” denilen şeyle sokaklar, meydanlar, evler ve hatta dünyanın yörüngesini çöplüğe çevirecek uydularla her yer izlenir. Bu kavram insanın doğuştan gelen haklarını gasp edip sınırsız düşüncesini tel örgülerle çevirecek kadar yaşamın merkezine oturur.

Tektipleştirme, farklı olanı yadırgama ve cezalandırma, gözetleme, taciz toplumun ortak kültürü halini alır. Sınıfsal, ulusal, cinsel vb. nedenlerle iktidarın karşısına çıkmaktan başka yolu olmayanlara devlet eliyle uyuşturucu, fuhuş, kumar, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı sunulur. Hapishaneler ise bu saldırı ve dejenerasyon biçimlerinin ilk denenip geliştirildiği labaratuvarlar olma özelliklerini sürdürür. Yaratılmak istenen bu sosyolojik çaresizlik sendromuyla, toplama kampı psikolojisi tüm topluma yayılmak istenir.

 

Hapishaneler ticarethane haline getiriliyor

Toplama kamplarının tek amacı muhalifleri susturmak, yok etmek değildir. Birçok hapishanede kurulan iş yurtları ve tarımsal üretimlerle hapishanelerde büyük bir emek sömürüsü yapılmaktadır. Asgari ücretin beşte-altıda birine tutsaklar esnek üretimin en ilkel halinden de beter angarya usulü çalıştırılır. Adalet Bakanlığı CTEGM’ne bağlı İşyurtları Daire Başkanlığı büyük bir şirket gibi ticari anlaşmalar yapıp “para basmaya” başlar.

Ülkede ortalama her on yılda bir yapılan darbeler ve tüm faşist saldırılara rağmen içeride dışarıda muhalif ve devrimci mücadele yükselişini sürdürür. Faşist devletin tüm saldırılarına karşın, dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da devrimci durumun hızla yükselişi de devam eder. Her ne kadar bu coğrafyadaki öncü sınıf güçleri bu yükselişe yeterince cevap olamamışsa da rüzgar direnenlerden yana hızını artırır. Büyük Madenci Yürüyüşü’nden Hrant Dink’in cenazesine, oradan Tekel, Seka direnişine ve Gezi İsyanı’ndan, Rojava’ya umutlar ete kemiğe bürünür. Zindanlar bu direnişlerin öncüleriyle dolup taşarken ezilenlerle egemenler arasında devrime kadar sürecek olan zindan mücadeleleri de yeni boyutlar alır.

 

Hapisteki siyasi özneler kadınlar

1990’ların ortalarından itibaren önce KÖH, sonrasında ise kimi sınıf örgütleri cinsiyet ayrımclığına karşı politikaları benimseyip geliştirmeye başlarlar. Siyaset sahnesinde her zaman yerini almış olan kadınlar bu aşamayla birlikte siyasetteki varlıklarını özneleşme adımlarına dönüştürürler. F tiplerinin açılmasıyla birlikte kaldın ve erkek devrimciler büyük çoğunlukla farklı farklı hapishanelerde tutulurken, kadınlara özgü hücre tipi hapishaneler de açılır. Bu mekânsal ayrılık dışarıdaki cins bilinci yükselişi ile birleşince kadınların hapishanelerde politik iradelerinin ve üretimlerinin sonuçları olarak 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün kadın direnişleri de bu dönemde kaleme alınır.

Ülkede siyasi figür olarak toplumu cinsiyet ayrımcılığına karşı bilinçlendiren mücadeleler yükselirken içeride ve dışarıda kadınlara yönelik saldırılar sistematik hal alır. 2016 Temmuz’unda başlayan OHAL süreciyle kadın kurumları, alanları kapatılır. Kadın siyasetçiler ilk hedefler haline gelip tutuklanır. Bu süreçte kadın tutsakların yeniden erkeklerin bulunduğu hapishanelere alınmaya başlanmaları, ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. Çıplak arama ve kameralarla gözetlemenin mahremiyet sınırlarını aşan boyutları, erkek kolluk tarafından kadınlara yapılan tacize eşlik eden fiziksel şiddet, hatta tutsak yakınlarının tacizlere tabi tutulması kadın hapishanelerinde öne çıkar.

 

Sınıfsal, ulusal, cinsel çelişkiler keskinleşiyor, direniş büyüyor

Düşman elindeki tutsağın tek direniş aracı ve mevzii bedeni ve bilincidir. İnsanlık tarihi bu bilinçten daha büyük bir savaş aracı tanımamıştır. Yaşayarak ya da ölerek, bu araçlar hep kazanır. AKP bugün gizli ve açık ajandasıyla idam, tek tip elbise ve diğer tehditleriyle bu gerçeği değiştiremez. İçeride ve dışarıda devrimci irade teslim alınamaz!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu